Röportaj

“Küresel İsrail medyası Türkiye ve Erdoğan’ı hedef alıyor”

Türkiye yeni döneme girdi. Sistem değişti, ilk emareler de kendini gösteriyor. Tam da bu ortamda yakın geçmişe bakıp bugünü yeniden okumak gerekiyor. Gazetecilik alanında önemli çalışmaları olan akademisyen Yusuf Özkır ile hem yeni kitabı ‘Militan Gazetecilik’i konuştuk, hem de medyanın yeni dönemde üstleneceği rolü sorguladık. Çok boyutlu ve arşivlik bir sohbet oldu. İstifadenize… Röportaj: Abdulhamit […]

Türkiye yeni döneme girdi. Sistem değişti, ilk emareler de kendini gösteriyor. Tam da bu ortamda yakın geçmişe bakıp bugünü yeniden okumak gerekiyor. Gazetecilik alanında önemli çalışmaları olan akademisyen Yusuf Özkır ile hem yeni kitabı ‘Militan Gazetecilik’i konuştuk, hem de medyanın yeni dönemde üstleneceği rolü sorguladık.
Çok boyutlu ve arşivlik bir sohbet oldu. İstifadenize…
Röportaj: Abdulhamit Güler
Fotoğraflar: Taha Erham Keleş

 

Özellikle Batılı yayın organlarının ‘içselleştirilmiş oryantalizm’ ile yaklaşımının altını çiziyorsunuz. Son dönemde bunu daha sık görür gibi olduk mu? Ve yine bununla bağlantılı olarak ülke medyasında bir ‘self oryantalizm’den bahsedebilir miyiz?

Edward Said Oryantalizm kitabı ile Batı’daki İslam karşıtlığını olabildiğince net şekilde deşifre etmişti. Haberlerin Ağında İslam isimli kitabında örnekler üzerinden bunun nasıl yapıldığını detaylı şekilde ortaya koymuştu. Söz konusu olan İslam ve Müslümanlar ise haberde çarpıtmanın, örtmenin ve karartmanın çok rahatça yapıldığını söylüyordu. 1970-1980’li yıllarda bunları söylemişti. Ama 11 Eylül’den sonra tablo çok daha kötüleşti. Şu anda Avrupa’da artan ırkçılık ve İslam ve düşmanlığı dünyayı yeni karamsar bir eşiğe doğru sürüklüyor. Her gün Müslüman kadınlara saldırı yapılıyor. Hakaret ise zaten neredeyse sıradanlaşmış durumda. İslam ve Müslümanlar ile kötüye dair ne varsa özdeş kılınmaya çalışılıyor. Terör ve terörist kavramları bunlardan sadece biri. Batı’da da bu kötü gidişe direnmeye çalışanlar var. Fakat tehlike giderek büyüyor.

Bunun maalesef Türkiye’de de bir yansıması var. Batı’daki İslam karşıtlığını daha kaba saba şekilde satın alarak yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede uygulamaya çalışan tipler var. Yabancılaşmanın ve self oryantalizmin zirvesi bunlar. Bilinçli yapıyorlar bunu. Herhangi bir toplumsal olaydan sonra sosyal medyaya yazılanlar incelendiğinde meseleyi İslam ile yan yana getirerek güya tespitte bulunan bir sürü tip var. Enteresan olan ise bu ülkede yaşamalarına rağmen bu ülkeden ve bu ülkenin ruhundan böylesine kopuk olmaları değil bu kadar saygısız olmalarıdır.


SOSYAL MEDYA YENİ BİR OPERASYON ALANI OLARAK KULLANILIYOR

2014’te, “İnternet medyası, geleneksel gazeteciliğin ruhuna rahmet okutacak” demiştiniz. Hala aynı fikirde misiniz? T24 sitesinin örnek gösterdiğiniz haberciliği benzeri yaklaşımlar devam ediyor mu?

İnternet gazeteciliği süreç içerisinde sosyal medya ile de bütünleşmesinden hareketle özellikle akademik çevrelerde bir umut olarak karşılanmıştı. Geleneksel medyanın piyasa koşullarına uyarlanması, sermaye ile medya arasındaki mesafelerin kalkması ile kamunun yararına bir haber aktarımı konusunda internetin pozitif katkı sunacağı konusunda iyimser bir yaklaşım vardı.

Temel kalkış noktası da geleneksel medyanın gerek sahiplik mekanizmasından dolayı gerekse iktidarlarla kurduğu ilişkiden dolayı yeterince bağımsız olamadığı yönündeydi. Buna eşik bekçilerinin ilişki çarklarını ve kültürel sermayelerini de ekleyebiliriz. Bu yüzden İnternetin ve sosyal medyanın sahip olduğu imkânlar ilk bakışta doğru bilginin adresi olarak değerlendirildi. Kapsamı daha geniş ama tüm bu içerikler Yurttaş Gazeteciliği kavramı ile de tanımlandı. Bir taraftan yeni haber aygıtları diğer taraftan dijitalleşme ile birleşen haber kaynakları ile birlikte daha hızlı hareket eden enformasyon ile karşılaştık. Pek çok geniş ve dar tabanlı toplumsal harekette sosyal medya ve dijitalleşmenin ürettiği en azından dışa vurmasına aracılık ettiği toplumsal olaylar yaşandı. Başta Arap Baharı ve Taksim Gezi Parkı şiddet eylemleri olmak üzere İran, ABD ve Almanya’da yaşanan sokak olaylarında sosyal medyanın rolü olduğu konusunda neredeyse ortak bir kanaat hâkim.

Fakat internet gazeteciliğinin ve sosyal medyanın içerik üretimi ve paylaşımı açısından büyük sorunlara sahip olduğu da bu süreçte görülmüş oldu. Özellikle ideolojik yaklaşımlar, provokasyon amacıyla masa başında yerini alanlar ve kişisel çıkarları peşinde koşanlar için sosyal medya yeni bir operasyon ve manipülasyon alanı olarak kullanılmaya başlandı. Hatta geleneksel medyanın etki alanı daha sınırlı iken dijitalleşmeden dolayı sosyal medyanın etki alanı çok daha geniş oldu. Bunun örnekleri Türkiye’de de var. T24 gazetesi de çoğu zaman onlardan biri gibi yayın yapıyor. Haber vermek yerine takla attırmak mantığı ön planda.

ÇARPITMA, KURGU VE ABARTMA

Bununla bağlantılı olarak; sosyal medya ile artık herkes haberci adayı ve her hesap yayın organı oldu. Bu, gazeteciliğin geleceğini nasıl etkiler?

Haber gündelik hayatımızın bir parçası. Enformasyon istesek de istemesek de akmaya devam ediyor. Yine istesek de istemesek de yaşadığımız atmosferi şekillendirme gücüne sahip. Çoğumuz bu akışın tam içindeyiz. Belki farkında değiliz ama içindeyiz. Bazen veriye bazen gösteriye dönüşüyoruz. Sosyal medyanın bize sunduğu habercilik imkânı zaaflarını da beraberinde getiriyor. En önemlisi kontrol süreci sıfır. Hukuki altyapı tam olarak oturtulamıyor.

Burada sosyal medyanın haberciliği olumsuz etkileyen üç özelliğinden bahsetmek mümkündür. Birincisi çarpıtma. Söz konusu olayın, durumun içeriği ile ilgili gerçeklerin çeşitli değişikliklerle iletilmesi, olayın taraflarının değiştirilmesi gibi yöntemlerle gerçeğin saptırılması şeklinde gerçekleşiyor. İkincisi abartma. Yaşanan bir olayda, eylemde katılımcıların olduğundan fazla gösterilmesi, müdahalelere dair verilerin abartılması gibi yaklaşım da toplumdaki etkiyi arttırma çabasıdır. Ve kurgu… Hiç olmamış bir olayı olmuş gibi aktarmak maksadı ile farklı zaman ve mekâna ait görsellerin kullanılması, bütünüyle uydurma hadiselerin inandırıcı olması için teknoloji kullanılarak deliller üretilmesi ile gerçekleşmektedir. Yakın dönemde başta Taksim Gezi Parkı şiddet eylemleri olmak üzere, Türkiye’nin PKK ve FETÖ terörü ile mücadelesini sulandırmak isteyen fanatikler böylesi kurgu içerikleri yoğun şekilde sosyal medyada paylaştı. Hedefleri hem toplumsal kesimleri AK Parti hükümetine karşı kışkırtmaktı hem de küresel güç merkezlerine Türkiye’yi şikâyet etmeyi hedefliyorlardı.

KANUNLARLA BİR YERE KADAR, AHLAKLI OLABİLMEK GEREK

Dolayısıyla yine mesele dönüp dolaşıp iyi ve ahlaklı insan olabilme meselesine dayanıyor. Kanunlarla bir yere kadar gidilebilir. Herkesin haber paylaşabilmesi, karşılıklı etkileşimin artması, mesafelerin kalkması gibi dijitalleşme ile hızlanan haber ve bilgi akışı pek çok alanda doğrudan insanın hayatına pozitif katkı yaparken bu türden sürece zarar veren boyutların ve davranış biçimlerinin olması yeni dönemin en büyük sorunlarından birisidir.

 

Son dönemde yaşamadığımız için şükrediyoruz ama intihar saldırılarının haberleştirilmesi ve yayın organlarına taşınması hususuna da kitapta geniş yer ayırmışsınız. Bu ciddi bir zihniyet ve prensip meselesi. 5 öneri sunuyorsunuz, bunlardan kısaca bahsedebilir miyiz?

Türkiye yıllardır terör örgütleri ile mücadele halinde. Başta PKK, DEAŞ, DHKP-C ve FETÖ gibi örgütlere karşı yoğun mücadele veriliyor. Büyük başarılar elde dildi.  Bu örgütler görünürde farklı nedenlerle hareket ediyor gibi görünse de hedeflerinde Türkiye var. Türkiye’yi zayıf düşürmek için çeşitli yöntemlere başvuruyorlar.  Bunların başında da silahlı saldırı, intihar saldırısı ve psikolojik saldırı geliyor. Hedef toplumda korku, panik ve buna bağlı olarak endişe hali oluşturmak. İnsanların yaşama sevincinde yılgınlık oluşturmak. Türkiye yakın dönemde özellikle Haziran 2015 ile Ocak 2017 tarihleri arasında daha yoğun terör saldırılarına maruz kaldı. Bu saldırıların arkasında küresel güçlerin desteklediği bir konsorsiyum olduğuna dair kamuoyunda belirgin bir kanaat var. Bu döneme bakıldığında intihar saldırılarının ön plana çıktığı görülüyor.  Kitapta da vurguladığım üzere özellikle böylesi saldırılar esnasında ve sonrasında titiz bir yayıncılık yapmak gerekiyor.

CANLI BOMBA HABERLERİ NASIL YAYINLANMALI?

Şu şekilde özetlemek mümkün:

1-Olay yerinden sürekli canlı yayın yapmak yerine muhabir aracılığıyla somut bilgileri paylaşmak hem kamuoyunun bilgi ihtiyacını karşılayacak hem de ilgili TV’yi propaganda tuzağından uzak tutacaktır. Bu bağlamda olay yerine usta muhabirlerin gönderilmesi önemlidir. Böylece polis tarafından alınan olay yeri önlemleri ve bölgeye gönderilen ambulanslar felaketin büyüklüğünün işareti olarak değil önleyici tedbir olarak sunulmuş olur. Acar muhabirlerin sürekli bir şekilde patlamanın şiddetine ve neden olduğu tahribata vurgu yaptıktan sonra panik havasında aktardığı içerikler genel olarak olayı gerçekleştiren örgütün arzu ettiği bir atmosferin oluşmasına hizmet etmektedir.

2-Spikerler sürekli konuşmak zorunda bırakılmamalıdır. Özellikle saldırının ilk saatlerinde haber spikerleri tarafından kurulan cümleler risk barındırıyor. Çünkü sunucu eldeki verileri paylaştıktan sonra sırf akışı tutabilmek için aynı şeyleri sürekli tekrar etmekte ve bu esnada da daha çok olayın vatandaşlarda oluşturduğu korku ve panik havasına vurgu yapmaktadır. Bu sorun da büyük ölçüde canlı yayın yapılmasından kaynaklanmakta, spikerler zamanı doldurmak için durmaksızın konuşmak zorunda kalmaktadır. Eğer, ilkelerden hareket edilmiyorsa böylesi durumlarda hata yapma ihtimali yüksektir. Her hata da örgütün işine yaramaktadır.

2-Patlama sonucunda ortaya çıkan acı ve üzüntü verici olay yeri görüntüleri yayınlanmamalıdır. Yanmış ve yıkılmış dükkân, ev, otel görüntülerini tekrar tekrar yayınlamak ancak olayın dehşetini büyütebilir. Bu konuda uluslararası habercilik standartları açıktır. Haberin sunumu,  içeriği kadar önemlidir.

3-Ceset ve yaralı görüntülerine kesinlikle yer verilmemelidir. Daha önce ABD’de gerçekleşen 11 Eylül saldırıları sonrasında ve Norveç’te radikal bir beyaz Anders Brevik’in 77 kişiyi öldürmesinden sonra ana akım medya organı olay yerine ait acı tabloya dair görüntü paylaşmamış veya öldürülen insanların cesetlerinden detaylar aktarmamıştı.

4-Olay yerindeki muhabirler, patlamanın sarsıntısını ve şokunu yaşayan yaralılara, görgü tanıklarına ve olay yerindeki polislere canlı yayında sıcağı sıcağına mikrofon uzatmamalı, onların yaşadığı şok halinin toplumsal alana yayılmasına, ekran başındaki izleyicinin de aynı ruh dünyasına girmesine aracı olmamalıdır.

5-Olayın boyutlarıyla ilgili kamuoyu bilgilendirilmeli fakat infial uyandıracak yaklaşımdan kaçınılarak dengeli bir haber dili kullanılmalıdır.

Dolayısıyla terör örgütü için eylemin amacı esasta geniş kitleleri etkilemek ve toplumu bir bütün olarak korku iklimine sokmaktır. TV haberciliği, örgütün bu amacının dışına çıkmak istiyorsa mesleki açıdan belirli hassasiyetler gözeterek yayınlarını koordine etmelidir. Aksi takdirde neresinden bakılırsa bakılsın olay yeri canlı yayınları ve muhabirlerin tuhaf anlatımı bir şekilde örgütün istediği propaganda çarkının içinde bir yerde konumlanmaktan kurtulamayacaktır. Ana akım medya, ilkelere uygun ve hassas davranarak, kendi özgür platformlarını terör örgütlerinin propaganda mecrası dönüşmesine izin vermemelidir.

HÜRRİYET’İ NASIL BİLİRDİNİZ!

Hürriyet gazetesi üzerine çalışmalarınız var. El değiştirdi ama “nasıl bilirdiniz” diye sormadan da edemeyeceğim. Kitapta Hürriyet’in yayıncılığı ve özellikle 28 Şubat dönemindeki benzer dile vurgu yapıyorsunuz. Hürriyet’i bu bağlamda nasıl hatırlamalıyız?

Hürriyet gazetesi Türkiye’nin en eski gazetelerinden birisidir. İki açıdan bakmak lazım. Birincisi Hürriyet’i en çok satan ve etki seviyesi fazla olan gazeteler arasında hep ön planda tutan noktalar. Yani başarıları. Çünkü önemli bir marka değeri var. Medyanın amiral gemisi ifadesi de gündem belirleme özelliğinden dolayı Hürriyet’e atfedildi. Hem siyaseti hem de magazini aynı anda okutabilecek bir haber dilini süreklileştirebildi. Etki seviyesi arttıkça kritik bilgiler Hürriyet muhabirlerine aktı. Hürriyet bu bilgileri habere dönüştürdükçe siyasetin ve devletin nabzını tutabilen bir gazete oldu. Devletin gazetesi tanımlaması da bu anlamda kullanılır daha çok. Hürriyet bütün toplum kesimleri nezdinde bu anlamda bir marka değeri oluşturmayı başardı. Tabi bunun bu şekilde olabilmesinde yıllar içinde Hürriyet ile nasıl bir ilişki kurulduğunun da etkisi var. Buradan da Hürriyet’in eksi yönlerine geçiş yapabiliriz. Aslında başarısız demek zayıf kalır. Çünkü başarısızlıkta en fazla dükkânı kapatırsınız. Hürriyet gazetesi için “toplumun canını fena halde acıtması” ifadesi sanırım daha doğru olur. Bu toplum askeri vesayetlerden çektiği kadar Hürriyet’in askeri vesayet ile kurduğu darbeci zihniyetin yansımasından çok çekti. Yine jakoben batılılaşmanın topluma dayattığı kültür yıkımı, yozlaşması ve değer karşıtlığını olabildiğince sofistike şekilde uyguladığı için toplum Hürriyet’ten çok çekti. Dindarları, muhafazakârları ve Kürtleri aşağıladığı için çok çekti. Canı yandı.

Dönemsel olarak dozu artan ve İslamofobi seviyesine erişen yayınlarda toplumun dini, manevi ve yerli değerleri aşağılandı. Mahkûm edildi. 27 Mayıs darbesi, 28 Şubat post modern darbesi ve 27 Nisan e-muhtıra dönemleri böyle zamanlardı. Jakobenlerin toplumu sindirme operasyonunda Hürriyet bir manivela işlevi gördü. Tıpkı bir su pompası manivelası gibi ne istedilerse o şekilde yayın yaptı.

Sahipleri değişti ama Hürriyet aynı yayınlarına devam etti.  Şimdi Hürriyet için yeni bir süreç başlamış görünüyor. İlk işaretler olumlu ama henüz çok yeni. Nasıl olacağını göreceğiz.

ERDOĞAN, MİLLETLE SAHİH BİR İLİŞKİ KURUYOR

Erdoğan’a ne kadar muhalefet edilirse edilsin, muhalif medya sonuç alamadı? Neden?

Çünkü Erdoğan medyaya kıyasla milletle daha sahih bir ilişki kuruyor. Medyanın desteği ile ayakta duran siyasetçilerin aksine gücünü doğrudan milletten alıyor. Efsanesi tabandan kurulduğu için medyanın karşıt olması Erdoğan’ın yükselişini ve devletle milleti tam anlamıyla buluşturmasını engelleyemedi. Normal şartlarda medya içinden çıktığı toplumun yerli ve milli dinamikleri doğrultusunda hareket etmesi gerekir. Evet, teoride medya bir iktidara bağlı değildir. İktidarlar karşısında kamunun yanındadır. Ama o kamu toplumun tarihsel birikimi ve o toplumu var eden temel değerlerdir. Türkiye’de medyanın bir kısmı ısrarla Erdoğan’ın karşısında yer almasına rağmen kaybediyor. Çünkü toplumun gerçekleriyle ilişkisi sıfır. Kendi oluşturduğu dar çevrelerde siyaset yön verebileceklerini zannediyorlar. Bu yüzden her seçim gecesi hayal kırıklığı yaşıyorlar.

TÜRKİYE NE ZAMAN AYAĞA KALKSA BATI MEDYASI GERİLİYOR

Türkiye yeni yönetim sistemine geçti. Bütün toplumsal kesimlerde etkisi olacaktır. Medyaya nasıl yansır?

Türkiye’de medyanın sermaye, siyaset ve ideoloji ile yakın ilişkileri var. Bütün kesimler için bir gerçeklik bu. Sadece Türkiye’de değil dünyada da durum aynı. Mesela uzun zamandır batı medyası yoğun bir Türkiye karşıtı kampanya yapıyor. Bu yayınlarını Erdoğan karşıtlığı ile örtmek istiyorlar ama tarihsel gerçeklik gösteriyor ki Türkiye ne zaman ayağa kalkmaya çalışsa batı medyasında bir gerilim oluşuyor. Tedirginleşiyorlar. Ve histeri nöbetleri başlıyor. Şu anda bu durumda batı medyası. Temel gerekçesi ise ideolojik. Normal yollarla tedavisi mümkün değil. Tek bir yolu var. O da Türkiye’nin sahada ve masada güçlenmesi. Türkiye güçlendikçe batı medyası da iyileşecek. Tedavi olacak.

Türkiye açısından bakarsak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde yeni sisteme geçtik. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçebilmek için toplum büyük bir destek verdi. Erdoğan’ın yanında durdu. Büyüyen Türkiye’ye pozitif katkısı olacağı kesin. Aynı şeyi medya için de söylemek mümkündür. Fakat medyanın genel olarak haber mantığını değiştirmesi gerekiyor. Nedir o mantık “köpek adamı ısırınca haber olmaz, ama adam köpeği ısırınca haber olur” yaklaşımı üzerine inşa edilen mantık. Bu yüzden iyiyi, güzeli öne çıkartan beyaz haberler yok gazete ve televizyonlarda. En fazla bir kedi, köpek, güvercin haberi görebilirsiniz. Onun da bir hükmü yok yani. Dolayısı ile toplumsal alana pozitif enerji aktaracak ve genel olarak toplumun zihnini iyiye teşvik edecek bir medya içeriğine ihtiyaç var. Zor ama umutsuz olmamak lazım.

KÖŞE YAZARLARI TOPLUM VE SİYASET MÜHENDİSLİĞİNE SOYUNMAMALI

Türkiye’de köşe yazarı olmak için ne gerekli? Siz de kitabınızın bir bölümünde isim isim örneklerle bir tablo çiziyorsunuz. Köşe yazarlığı ne ifade ediyor Türkiye için?

Çoğu kişi yazarak yaşamanın büyüsüyle yola çıkıyor. Yazdıkça yaşıyor. Bundan zevk alıyor. Mutlu oluyor. Fakat bunun bir de sorumluluğu var. Gazetecilik ve köşe yazarlığının işlevi tam olarak burada bir miktar diğerlerinden ayrılır. Güncel olana dair kamuoyuna yön verebilme mahiyetine sahip köşe yazarları. Güçleri var. Gazeteciliğin başlangıcından bu yana aynı tablo karşımızda. Gazetelerin ayrılmaz bir parçası yani. Temel amaca bakıldığında siyasal ve toplumsal yaşama yön verebilmek kaygısı ve isteği ön planda. Şöhret olma, bilinme arzusunu da ekleyelim.  Burada iki noktanın altı çizilebilir. Birincisi köşe yazarları toplum mühendisliğine soyunmamalı. İkincisi köşe yazarları siyaset mühendisliğine soyunmamalı. Kalemini ve köşesini bunlara sahip olmayanlara karşı kullanmamalı. Köşe sahibi olmak kategorik olarak bunlara sahip olmayanlar karşısında bir ayrıcalık tanımaz. Bunun yapılmaya başlanması durumunda başka faktörler devreye giriyor ve köşe yazarı amacının dışına çıkıyor. Her mecranın kendine göre bir ahengi var.

 

KÜRESEL İSRAİL MEDYASI TÜRKİYE VE ERDOĞAN’I HEDEF ALIYOR

Dünyanın neresinde olursa olsun medyadan bahsederken İsrail’den bahsetmemek olmaz sanırım. Hem dünya medyasına hakimiyeti, hem de basın yayın organlarının İsrail söz konusu olunca takındığı tavır… Kitapta bahsettiğiniz “Küresel İsrail Medyası”nı bu bağlamda açar mısınız?

Filistin topraklarındaki İsrail işgalinin tarihi yarım yüzyılı geçti. İşgalin neden olduğu problemler bir ölçüde bütün bölgede hissediliyor. Az veya çok ama hissediliyor. Filistin’deki işgal bitmeden, adil sınırlar içinde Filistin devleti kurulmadan bölgede kalıcı bir barışın sağlanması ve istikrarlı bir düzenin kurulması çok zor. İsrail saldırıları ve katliamları devam ediyor. Türkiye’den Kudüs’e ziyaret amacıyla gidenlere yönelik bir baskı da son dönemde başladı. Bunun amacı da İsrail’in bölgede ve özellikle Filistinliler nezdinde artan Türkiye etkisinden rahatsız olmasıdır.

Uluslararası medyaya bakıldığında özellikle kritik durumlarda İsrail’in çıkarlarını koruyacak şekilde yayın yaptığını görüyoruz. Haberler İsrail’in çıkarları doğrultusunda kurgulanıyor. Peki, bu nasıl oluyor, küresel medya neden masumun ve mazlumun yanında değil de İsrail gibi kendi varlığını saldırganlık ve katliam üzerine inşa eden Siyonist bir ideolojiyi savunuyor. Filistin topraklarının tamamı İsrail tarafından işgal edilmişken yapıyor bunu hem de. İnsanlık adına kara bir lekedir bu. Bence birkaç nedeni var. Meselenin özünde İsrail’in devlet olarak 1948’de İngilizlerin ve batılıların göz yummasıyla kurulması sayılabilir. Tarih boyunca Avrupalıların Yahudilere yaptığı katliamların, ayrımcılığın ve aşağılamanın bir telafisi olarak da görülebilir İsrail yanlısı haberler. Nihayetinde Batı, Yahudileri kendi içinden atmış ve onlara Müslümanların topraklarında devlet kurdurtarak kendi günahlarını hafifletmiştir. Bu psikolojiye sahipler. Bugün batı medyasının İsrail’i desteklemesinin kökeninde bu süreçte kurulan bağlar var. Bir başka neden medyayı yöneten küresel sermaye ile ilgilidir. İsrail’i kayıtsız şartsız destekleyen CNN, Washington Post, USA TODAY, FOX, Le Monde, BİLD ve Der Spiegel gibi yayın organlarının mülkiyeti bir şekilde Yahudi sermayesine dayanıyor. Bu yüzden İsrail’in katliamları yerine Filistinlileri kötü göstermeye çalışan haberlere yer veriyorlar. Küresel İsrail medyası olarak tek bir pota içinde değerlendirilebilecek bu medya kuruluşlarının Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan söz konusu olduğunda da aynı şekilde seviyesiz bir haber dilini kullandıkları görülüyor. Son yıllarda bunun onlarca örneği var. En son 24 Haziran seçimlerinden sonra milli iradeyi alkışlamak yerine demokrasinin Türkiye’ye yakışmadığı türünden şeyler yazmakla meşguldüler.

BAZI GAZETECİLER İSLAM’IN BU TOPRAKLARDAKİ VARLIĞINI KABULLENEMİYOR

Bütün bu muhabbet çerçevesinde “Militan Gazeteci” kime denir, diye soralım?

Aslında kitabın adı olarak bu kavramı kullanmamın sebebi bazı gazetelerin ve gazetecilerin belli bir görüşü savunması değil. Zaten orda daha çok misyon gazeteciliği ve dava gazeteciliği kavramlarını kullanıyoruz. Anormal bir durum yok. Gazeteler zaten 20. Yüzyılın başına kadar partilerle iç içeydi Batı’da. Hatta bu dönemde gazeteleri partilerin en iyi işleyen mekanizması olarak tanımlayanlar bile var. Fakat Türkiye’de bazı gazetelerde ve gazetecilerde tuhaf bir saplantı var. Bu saplantı kalkış noktasını İslam’ın bu topraklardaki varlığını kabullenememe üzerine kurulu. Bu kabullenememe durumu güncel düzlemde mesela AK Parti, Refah Partisi, Demokrat Parti vs. gibi siyasi partilere karşıtlık üzerinden kendini gösteriyorsa da özünde İslam Dini ile yaşadıkları varoluşsal sorun var. Kişiler ve partiler üzerinden hareketle başka bir yere yöneliyorlar. Bu yüzden de benim militan gazetecilik kavramı ile atıfta bulunduklarım bu anlayıştakiler. Daha çok karşıt olmaktan ziyade yıkmaya ve yok etmeye dönük bir tarzda gazeteciliği algılayanlar. Bunu saplantı haline getirenler. Yaşadığı toplumun değerlerine savaş açanlar. Çokça örneği var. Bunu bir meslek ve yaşam biçimi haline getirmiş durumdalar. Gazeteciliğe bir araç olarak bakıyorlar. Bu yüzden gazeteci değil militanlar.