Röportaj

“Komşunun evini camdan gözetleyip anlattıklarımız bizim hikayemiz değil.”

Yeşim Tonbaz, nevi şahsına münhasır biri olarak büyük bir motivasyon örneği sergiliyor. Öğrencilik, eğitmenlik, editörlük ve yönetmenliği birlikte yürütüyor. Tüm bunların yanı sıra 2 çocuk annesi olan Tonbaz, kendi değerlerimizden beslenerek kaliteli işler ortaya çıkarıyor. Birçok kısa film ve belgeselde çeşitli görevlerde yer almaya devam ediyor.

2016’da çektiği ilk kısa filmi ‘Askıda’ yurt içi ve yurt dışı birçok film festivalinde gösterildi. Şimdi de ikinci kısa filmi “Münhasır” çeşitli yerlerde gösterime başladı. Çeşitli sinema atölyelerinde senaryo ve sinema yazarlığı eğitimi vermeye de devam ediyor.

Yeşim Tonbaz ile kendi fikir dünyasına, sinemaya, sanata ve filmlerine doğru kısa bir yolculuğa çıktık.

İyi (Mücerret) okumalar.

Arap Dili ve Edebiyatı mezunu ama sinemacı, öğrenci ama 2 film sahibi yönetmen, insan ama iki çocuk annesi bu kadar tanımlamanın içerisinde “Yeşim Tonbaz” kimdir?

Siz belki de tüm tanımlamaları yapmışsınız aslında, üzerime alabileceğim. Filoloji mezunu, sinema eğitmeni, yönetmen, anne ve hayat boyu öğrenci bir insan evladı. Amasız, rağmensiz.

Nevi şahsına münhasır birisiniz. Öğrencisiniz, öğretmensiniz, editörsünüz. Bu yaz şehir şehir gezip eğitimler verdiniz. Bu kadar uğraş içerisinde iki çocuk sahibisiniz. Sizi bu kadar uğraş içerisinde dinç kılan fikir dünyanızda ne var? Bu kadar uğraş hangi amaçla?

İnsan önce kendine karşı sorumluluklarının peşine düşüyor galiba. Bu bir kendini gerçekleştirme süreci diyebiliriz. Buna senkron olarak varlığının anlamını da gerçekleştirmeli. Benim yaptıklarım yalnızca benim yapabileceğim şeyler. Kıymetli Ağabeyim Hasan Aycın bir muhabbetimizde, “yalnızca senin yapabileceğin şeyleri yapmadan bu dünyadan çekip gittiğini düşünsene.” demişti. Bu var olanlar kadar var edene karşı olan sorumluluğun altını çizen bir cümle. Ben de bu cümleden devşirilebilecek motivasyonla elimden geleni ardıma koymamaya çalışıyorum.

Arap Dili ve Edebiyatı okudunuz ama sinemaya yönlendiniz. Bir sanat dalı olarak sinemaya yönlenmenizdeki amacınız nedir?

Okuduğum bölümden bağımsız bir alandayım, evet. Lisansta Arap Dili ve Edebiyatını tercih ettim. Şimdi de Sinema televizyon alanında yüksek lisans sürecini bitirmek üzereyim. Bu biraz zorunlu olarak üniversite sürecimin 9 yıl kadar geç başlamasıyla ilgili oldu aslında. 28 Şubatla birlikte eğitim hayatıma ara verdim ama bu kendimi ifade edebileceğim, üretebileceğim ve ilgilenmekten de son derece keyif aldığım sinema alanında ‘alaylı’ olarak kendimi geliştirdiğim bir sürece dönüştü. Yok sayılmak istendiğimiz, sınır çizilmek, ‘had bildirilmek’ istendiğimiz bir dönemin ardından sinemada sebat etmiş olmam belki de sinemanın göstermekte ve ifade etmekte son derece mahir olmasındandı, bilemiyorum. Ama bu alan beni en çok tatmin eden, içimi, derdimi mümkün olduğunca kendi üretimlerimle gösterebildiğim,  zaman zaman da başka sanatkarlardan izlediğim bir mecra benim için.

Dünya çapında ahlaki yozlaşma giderek artıyor. Özellikle Netflix, sinemalar, topluma görsel olarak hitap edilen yerlerde ahlaki değerler ayaklar altına alınıyor. Ahlaki değerlerin benimsetilmesinde sinema nerede duruyor ve ahlaki değerlerin benimsetilmesinde sinemacılara ne tür roller düşüyor?

Herkesin derdi kendi yaşama ve inanış biçimini ortaya sermek ve ulaştırmak. Dolayısıyla kim neyi el üstünde tutuyorsa onu üretiyor, onu görünür kılıyor. Burası göstermenin en mümkün olduğu yer, dijital platformlar da dahil. Burası varlığını ortaya koymanın en mümkün olduğu yer. Sinemada varsanız varsınız, bu böyle.

Niyet okumaya kalktığımızda, iyi niyetlilerin bu mecraya pek de destek verdikleri, fon ayırdıkları yani taşın altına ellerini koydukları söylenemez. İzlediklerimizden, en çok gündeme gelen içeriklerden bunu anlıyoruz.

Özellikle sinema ve medya dünyasında yapılan algı yönetimine karşı nasıl bir karşı duruş almalıyız, zihinsel bulanıklığın önüne geçebilmek için nelere dikkat etmeliyiz?

Beslendiğimiz her ürünün içindekiler listesini okumamız gerekir. o minik minik yazıları okuyup, bilmediğimiz elementlerin kodlarını arayıp bulmak gerekir. Sinema mental bir beslenme ürünü. bazen yalnızca eğlenmek bazen düşündürmek, bazen sormak bazen de cevap bulmak ister. Ama hepsi bir içindekiler listesi yani bir alt metin  kaygısı taşır. Onu görmeye çalışmak zorundayız, anlamak için de anlamlandırmak için de.

Sinemada, sanatta bize özgü bir duruşun olması için neler yapmalıyız?

“ Herkes yediğinden ikram eder.” diyor ya sultan Selim, bize özgü dediğimiz şey de kendimiz olmakla ilgili. Kendi değerlerinden beslenen, kendi yediğinden verir. Teknik bir cevap verecek olursam bu soruya, öğrencilerime söylediğim gibi; bu topraklarda neşet etmiş hikayelerden ve onların hikaye ediliş biçiminden beslenmek, benzer bir anlatı tarzını sinemaya aktarmak için mühim. Biz kendi evimizin, kendi soframızın hikayelerini anlatmaya odaklanırsak bize özgü olanı anlatmış oluruz.  Komşunun evini camdan gözetleyip anlattıklarımız bizim hikayemiz değil.

İki filminiz var,”Askıda” ve “Münhasır”. “Askıda” filminiz Türkiye’de ve dünya çapında önemli dereceler kazandı. “Askıda” filminizde “mülteci olma” konusunu “poşet” metaforuyla anlattınız. Bu film nasıl ortaya çıktı ve sizi mülteci konusunu anlatmaya iten nedir?

Askıda, benim mültecilerle uzun süreli temaslarım sonrası ortaya çıkmış bir kısa film. Dünyanın en büyük meselelerinden biri olan ve yaşadığımız dönemde ülkemizin de yok sayamayacağı kadar etkilendiği bir gerçeklik, mültecilik. Kayıtsız kalmak imkansız. Ben de her bir mülteci ile temaslarımda şahit olduğum hikayelerinin bendeki etkisini, yansımasını bildiğim yoldan anlatmak istedim. Fakat bireysel bir hikaye değil, genel bir anlama metni üzerinden yola çıktım filmimde. Bir mülteci hikayesi değil, bir mülteci olsam ne hissederdim, sorusunun peşinden giderek. Böylece bir mülteci poşete dönüştü, poşet sürüklenmeye. Yağmurda, çamurda, tozda toprakta uçuşarak kendine bir yer edinme, bir yuva bulma, bir nefes alma ihtiyacının ancak başka illerde/ellerde tam bir yerleşememek hali olarak askıda kalmasından ibaret eğreti bir son. Yersizlik, yurtsuzluk halinin benceki çağrışımının sürüklenme ve boşlukta kalma hissi üzerinden bir deneysel kısa filmdi Askıda.

Batı çeşitli filmlere, belgesellere ödül veriyor. Bu ödüllerden kazanabilmek için dünyanın her yerinden başvurular oluyor. Suriyeli mülteciler, çeşitli zulümler veya insana dokunan filmler-belgeseller yapılınca Batı bunlara dikkat kesiliyor. Ödül veriyor… Batı bu tür filmlere-belgesellere dikkat kesilip ödül vermesine rağmen gerçek hayatta ne zulmlere ne mültecilere ne de siyahilerin gördüğü baskıya tepki vermemesini nasıl buluyorsunuz?

Hollywood sineması Amerika’nın kendini aklama projesidir, der Abdulhamit Güler. Kesinlikle öyledir. Genel olarak sinema, hatta daha genelde sanat, samimi bir kendini gösterme alanı olarak bazı ellerde kendini aklama projesine dönüşmeye de çok elverişli. Duygusal bir bağ kurmaya çalışarak yaptıklarının üstünü örtme, “Aslında benim kalbim temiz.” yahut “benim dedem de hacıydı.” deme biçimi. Ne yaptığınız değil, onu nasıl gösterdiğiniz önem kazanıyor. Bir vicdanı varmış gibi, rikkat sahibiymiş gibi davranıyor. Aslında bu bizi daha çok dikkate davet ediyor.

Yeni filminiz Münhasır yakın bir zamanda Ankara Film Festivalinde finaldeydi ve ilk gösterimini gerçekleşti. Münhasır’ın nasıl bir hikayesi var?

Evet, Münhasır, Kültür Bakanlığı desteği ile çektiğim, yapımcılığını dostum Ekrem Aydın’ın üstlendiği ikinci kısa filmim. ilk kısa filmim ‘Askıda’ ile edindiğim tecrübe, sinema ile iletebildiğimiz şeyin bir hikayeden ziyade duygu olması gerçeği idi. Metaforik olarak sürüklenen bir poşetin peşinde ilerlerken kıymet biçmeye değmeyecek bir poşetle paha biçilemez binlerce hayatı temsil ederek mülteciler ve izleyiciler arasında bir duygu bağı kurmak beni oldukça heyecanlandırmıştı. Bu kez, tüm farklılıklara, fikri yahut hissi hatta coğrafi sınırlarla oluşan ayrılıklara rağmen, insanın biricikliği, herkesin biricikliği üzerine kafa yoran bir film Münhasır. Yine duygu aktarımı peşinde koşan, metaforik bir nesne ile de anlam dünyasını zenginleştirmeye çalışan bir film.

Son olarak, Mücerret okurlarıyla beraber son filminiz olan “Münhasır”ı ne zaman izleyip okumasını yapıyoruz?

Münhasır’ın festival süreci Ankara’da başlamış Pandemi sebebiyle birçok organizasyon gibi festivaller de erteleme yahut iptal kararları aldılar, alıyorlar. Münhasır da seyircisine ulaşmak noktasında bu süreçten etkilenecek haliyle. Fakat gidişat elverdiği ölçüde bir Mücerret organizasyonuna her daim varım. İlk fırsatta diyelim inşaallah.