Röportaj

İsrail siyasetinin yeni gerçeği: Sonuçsuz seçimler

Birinci dünya savaşı sonrası Osmanlı devletinin yavaş yavaş yıkılışı, dönemin küresel güçleri tarafından Ortadoğu’nun siyasi dönüşüm süreçlerinin tamamlanması ve geriye bırakılan parçalanmış, bölük pörçük edilmiş bir ülkeler manzumesi. Sonrasında Arap devletlerinin ortasına bir çözümsüzlük ve sorun olarak bırakılan, bölgede adeta bir ur gibi büyüyen ve nihayet 1948’de bağımsızlığını ilan eden bir İsrail devleti… Tarih günümüzden […]

Birinci dünya savaşı sonrası Osmanlı devletinin yavaş yavaş yıkılışı, dönemin küresel güçleri tarafından Ortadoğu’nun siyasi dönüşüm süreçlerinin tamamlanması ve geriye bırakılan parçalanmış, bölük pörçük edilmiş bir ülkeler manzumesi. Sonrasında Arap devletlerinin ortasına bir çözümsüzlük ve sorun olarak bırakılan, bölgede adeta bir ur gibi büyüyen ve nihayet 1948’de bağımsızlığını ilan eden bir İsrail devleti… Tarih günümüzden bakıldığında aslında dünün bir tekerrürü. Yetmiş üç yıllık İsrail tarihinde de bunu net şekilde görmek mümkün.

Gazeteci-Yazar Taha Kılınç’la İsrail toplum yapısının siyasete yansıması ve yaklaşan İsrail seçimlerine dair özel bir röportaj gerçekleştirdik.

İyi (Mücerret) okumalar

İsrail siyasetinde 1948’den günümüze eğilimlerin, görüşlerin ve hareketlerin farklılaştığı, bakış açılarının çeşitli fraksiyonlara ayrıldığı dönemler biliyoruz. Buradan hareketle İsrail’in siyasi tarihindeki dönüm noktaları nelerdir?

İsrail yakın tarihine baktığımızda, çok sayıda “dönüm noktası” görmek mümkündür. Devletin kuruluşu, Arap ve İslâm dünyası adına bir dönüm noktasıdır. 28 Şubat 1955’te o dönem Mısır’ın kontrolündeki Gazze’ye düzenlenen saldırı bir dönüm noktasıdır. 1956’da İsrail-Fransa-İngiltere troykasının Süveyş Kanalı’na saldırılarının ABD’nin vetosuyla karşılaşması bir dönüm noktasıdır. 1967’deki Altı Gün Savaşı’yla İsrail’in sınırlarını üç buçuk kat artırması ve çevresindeki bütün Arap ülkelerinin en stratejik noktalarını ele geçirmesi bir dönüm noktasıdır. 1969’da Mescid-i Aksâ’nın ateşe verilmesi bir dönüm noktasıdır. 1973’teki Yom Kipur Savaşı bir dönüm noktasıdır. Enver Sedat’ın 19 Kasım 1977 akşamı İsrail’e yaptığı ilk ziyaret bir dönüm noktasıdır. 1979’da Mısır-İsrail barışının imzalanması bir dönüm noktasıdır. 1980’de Kudüs’ün “ebedî başkent” ilân edilmesi bir dönüm noktasıdır. 1987’de Birinci İntifada’nın patlak vermesi bir dönüm noktasıdır. 1993’te Filistin’le Oslo Anlaşması’nın imzalanması bir dönüm noktasıdır. 1994’te Ürdün’le imzalanan barış bir dönüm noktasıdır. 1995’te İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in öldürülmesi bir dönüm noktasıdır. 2000 yılında Ariel Şaron’un Mescid-i Aksâ’ya provokatif ziyareti bir dönüm noktasıdır… Velhasıl, dönüm noktaları pek çoktur.

Bilindiği gibi İsrail siyaseti tam bir kördüğüm olmuş durumda. Yetmiş üç yıllık tarihinde ilk kez üç kez tekrarlanan bir seçim yılı geçiren İsrail, Başbakan Binyamin Netanyahu ile koalisyon ortağı ve Savunma Bakanı Benny Gantz arasındaki anlaşmazlık nedeniyle şimdi de dördüncü bir seçimi yapmaya hazırlanıyor.

İsrail siyaset tarihine baktığımızda aslında bugün şahit olunan kriz, son olmamakla beraber ilkte değil. Sizce İsrail siyasetindeki bu derin çatlakların ve belirsiz seçimlerinin sebebi nedir?

İsrail toplumu, devletin kurulduğu ilk zamanlardan beri hizip ve fraksiyonlara ayrılmış bir toplumdur. Yahudilik içindeki bölge ve mezhep farklılıklarına dayanan ayrışmalar, Siyonizm’in bir tür “üst kimlik” gibi kurgulanması suretiyle aşılmaya çalışılmış, ancak bunda da istenilen başarı kazanılamamıştır. Aşkenazi-Seferad çatışması, dindar-seküler anlaşmazlığı, yerleşimcilerin yarattığı terör iklimi gibi başlıca unsurlar, 1948’den günümüze İsrail toplumunu ve buna bağlı olarak da siyaset sahnesini sarsmayı sürdürmektedir. 1967’den sonra, bu karmaşık denkleme işgal altına alınan topraklardaki Arap nüfus da eklenmiş, böylece içeride mevcut Arap nüfusa birçok yönden benzemeyen yeni demografik bir sınıf, halihazırda yaşanan gerilimi derinleştirmiştir. İsrail devlet aklı, içerideki gerilimi dışarı dönük “Arap ve Müslüman düşmanlığı” ile dengelemeye çalışmaktadır. Şu anda İsrail’e baktığımızda görünen manzara, bu çatlakların yamanma gayretinden ibarettir. İsrail’i “yekpare Siyonist bir bütün” zannetsek de, karşımızda bir siyasî krizden diğerine savrulan, sosyal bünyesi paramparça, iki yıl içinde dördüncü kez seçime gitmek zorunda kalan bir ülke duruyor. Bu zaaf noktalarının iyi çalışılması, benim eskiden beri savunduğum bir noktadır.

İsrail’in sosyolojik olarak yapısına baktığımızda seküler-dindar çekişmesi, Yahudi kastları arasındaki sınıfsal ayrışma, yerleşimci nüfusun yarattığı derin istikrarsızlık gibi birçok problem ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Mesela İsrail’in özellikle karantinaya direndikleri ve toplu ibadetlerini yapmak istedikleri için kontrol altına almaya zorlandığı Ultra Ortodoks (Haredi) Yahudiler ya da ikinci sınıf vatandaş olarak gördükleri ve Yahudiliklerinin bile her seferinde sorgulandığı Falaşalar vs. gibi aralarında etnik ve mezhebi farklılıklar olan birçok grup var. Bu gruplar arasında ise keskin etno-kültürel hatlar söz konusu.

İsrail’in karşıt gruplar halinde varlıklarını sürdüren bu heterojen toplum yapısının siyasete yansımasını nasıl değerlendirirsiniz?

Bir önceki soruyu cevaplarken işaret etmeye çalıştığım gibi, tüm bu ayrışma noktaları siyasete direkt biçimde etki ediyor. Siyasetçiler, seçmen gruplarının çeşitliliğine ve rekabetlerine oynayarak, pozisyonlarını buna göre belirliyorlar. Seçim barajının çok düşük tutulması nedeniyle -şu anda yüzde 3,25- , marjinal partiler parlamentoya giriyor ve bunların bazıları hükümetlerin kurulma sürecinde kritik birer aktör haline geliyor. 2-3 milletvekiline sahip bir parti, koalisyon ortağı olabiliyor; hatta adalet bakanlığı gibi önemli bakanlıklarını elinde bulundurabiliyor.

Son üç seçim sürecinde yaşanan tecrübelerden ders alan Müslüman kesimin demokrasinin gücünü fark etmesi ve sonraki seçimlerde daha fazla katılım sergilemesi durumunda İsrail’in ırkçı-ayrımcı (Apartheid ) Yahudi rejimi yönetim sistemini sürdürmede zorlanacağı kesin.  Arap muhalefetinin Filistin asıllı milletvekili adayı İman Hatib’in İsrail meclis tarihinde bir ilk olarak başörtülü olarak meclise girmesini de düşünecek olursak;

Sizce İsrail vatandaşı Filistinliler, İsrail siyasetini ve seçimlerini nasıl etkiliyor?

Filistin dediğimizde, üç ayrı Filistin’den söz ettiğimizi bilmemiz gerekiyor: 1) İsrail vatandaşı Arap Filistinliler, 2) Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da İsrail işgali altında yaşayan Filistinliler, 3) Gazze’de İsrail ablukası altında, ama İsrail’in direkt tasallutundan uzaktaki Filistinliler. Bugün “Filistin davası” mefhumunun içine, hepsi de farklı tonlarda olmak üzere, bu Filistinlilerin hepsi giriyor. İsrail vatandaşı Filistinliler, bu sınıfların içinde göreceli olarak en rahat yaşayanlar, ama onların da İsrail’in ayrımcı siyaseti nedeniyle karşı karşıya bulundukları çeşitli zorluklar var.

Tıpkı Yahudiler gibi, İsrail vatandaşı Filistinliler de kendi aralarında çeşitli fraksiyonlara ve gruplara ayrılmış durumdalar. Aralarındaki dünya görüşü farklılıkları nedeniyle, İsrail’e karşı her zaman yekvücut olabildiklerini söylemek zor. Yine de Araplar, İsrail’deki siyasal hayatın ayrılmaz ve önemli bir parçası. Bilhassa, ülkenin kuzeyindeki Hayfa kenti gibi Arapların yoğunlukta bulunduğu bölgelerde, bu önem kendini daha fazla hissettiriyor.

Öte yandan ABD’de ise yine sancılı bir seçim süreci sonucunda başkanlık koltuğuna Bıden oturdu ve gerek “Yüzyılın Anlaşması” planını hazırlamak, gerek İsrail’in hukuksuz ve yasadışı uygulamalarını desteklemek, gerek İsrail’in bazı Arap ülkeleri ile normalleşme anlaşmalarına aracı olmak, gerekse ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşımak gibi ABD-İsrail tarihinde benzeri görülmemiş şekilde İsrail’e her şart ve koşulda desteğini sürdüren Trump seçimi kaybetti. Şimdi ise Bıden’ın İsrail’e karşı nasıl bir tutum sergileyeceği merak konusu oldu. Hatta Bıden’ın uzun bir süre Netenyahu’yu aramaması İsrail kamuoyunda çokça konuşuldu ve eleştirildi. Bir yandan kabinesinde Yahudi diplomat ve bakanlara oldukça yoğun şekilde yer veren Bıden yönetimi, aynı zamanda daha önce askıya alınan Filistin’e yardımları yeniden aktif hale getireceğini ve FKÖ’nün Washington ofisinin tekrar açılacağını açıkladı.

Tüm bunları düşündüğümüzde sizce Bıden ile beraber ABD-İsrail ilişkilerinin seyri ve tabi buna bağlı olarak Filistin-İsrail meselesinde iki devletli çözüm konularında bizi neler bekliyor?

Filistin meselesinin doğası gereği, “iki devletli çözüm” türünden önerilerin gerçekçi ve uygulanabilir olduğu kanaatinde değilim. Tek bir toprak ve o toprak üzerinde iddia sahibi olan iki taraf var. İsrail, Arapların yüzyıllardır yaşadığı ata topraklarının gasp edilmesi suretiyle kuruldu. Araplarla Yahudiler arasındaki kan davası ve sürtüşme, çözülmesi çok kolay bir problem değil. İsrail işgali, ileride kurulması düşünülen bir Filistin devletinin bağımsız biçimde yaşayamayacağı kadar derinlere kök saldı. Filistin şehirlerinin birbiriyle fizikî bağlantısı koptu. İnsanların evleriyle tarlalarının arasına, kanser hücreleri gibi Yahudi yerleşimleri dikildi. İsrail’in karşısına, kendisinden korkacağı ve çekineceği bir kuvvet dikilmedikçe, mevcut işgal siyasetinden vazgeçmesi mümkün görünmüyor. Çok kan döküldü ve çok kin birikti. Filistinlilerin kaybı o kadar büyük oldu ki, hiçbir diplomatik metin, tek başına bunu telafi edemez.

 

Geçtiğimiz haftalarda bazı Arap basınında Suriye’de Rusların, 1965 yılında hükümet tarafından idam edilen İsrailli casus Eli Cohen’in mezarını ve kalıntılarını bularak İsrail’e teslim etmek istediği konuşulmuştu. Yine bilindiği gibi Birinci Lübnan Savaşı’nda (11 Haziran 1982) Lübnan’ın güneyinde yaşanan çatışmada kaybolan ve 5 İsrail askerinden biri olan Zachary Baumel’in ceset kalıntıları Rus güçleri tarafından Suriye’de bulunmuş ve bu kalıntılar, Nisan 2019’da Rusya üzerinden İsrail’e getirilmişti. Ayrıca son dönemde özellikle İran’ın Suriye’deki varlığını kendine tehdit sayan ve bu gerekçeyle sık sık Suriye’ye yönelik hava saldırıları düzenleyen İsrail’in Rusya ile İran konusunu görüştüğü konusundaki yorumlar ağırlıkta. Üstelik Biden’ın İran ile nükleer anlaşmaya belli şartlar çerçevesinde geri dönmeye istekli olması da İsrail açısından oldukça rahatsız edici.

Sizce seçimlerin sonucu ve İsrail’de hükümetinin kurulması sonucunda Biden ile yakınlaşma beklenirken sürpriz bir Rusya-İsrail yakınlaşması olabilir mi veya İsrail’in diğer ülkeler ile ilişkilerinde ne tür değişimler yaşanabilir?

Ortadoğu coğrafyasında, sürprizler sürekli yaşanır. Hiç ummadığınız çevreleri ummadığımız denklemlerin içinde bulabilirsiniz. Bu yüzden, hâlihazırda yaşanan bir durumun sürekli işleyecek bir kural haline geldiğini düşünmemek gerekir. Dün dost olanlar bugün düşman, düşman olanlar da dost olabilir. İttifaklar, işbirlikleri ve menfaat ilişkileri devamlı yer ve şekilde değiştirir. Bundan dolayı, geleceğe dair çok uzun boylu tahminler yapmanın isabetli olmayacağını ve dahi vakit kaybı anlamına da gelebileceğini düşünüyorum doğrusu.