Portre

Avrupa onun evi olmayacaktı, onu başka bir şey çağırıyordu!

Yazının Aslı: Muhammad Asad: a Jewish convert who devoted his life to serve Islam

Suudi Arabistan’dan Pakistan’a ve Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar uzanan bir coğrafyada Esed, binlerce kişinin İslam’la tanışmasına vesile olan bir şahsiyettir.

1926 Eylül ayında bir gün, genç bir Yahudi gazeteci Berlin trenine bindi. Adı Leopold Weiss’di. Etrafında mutsuz yüzler gördü. Avrupa’nın yüksek kültürü, bilimin ilerlemesi ve materyal gelişim, insanlarını mutlu etmek için yeterli değildi. Weiss, trenden indiğinde, kurtuluşun başka bir yerde olduğuna ikna olmuştu. Müslüman olmak istiyordu.

1900’de dedeleri haham olan Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi ve Berlin seyahatinden birkaç gün sonra resmen İslam’a geçti. Doğumundan yaklaşık bir asır sonra 1992’de öldüğünde, tüm Müslüman dünyasında Muhammed Esed olarak tanınan, beğenilen bir entelektüeldi.

Ünlü kitabı Mekke’ye Giden Yol, İslam’ı sayısız insana tanıtmaya yardımcı oldu.

Kendisi de bir mühtedi olan Alman diplomat Murad Hofmann, Mekke’ye Giden Yol  hakkında “Belki de Kuran dışında başka hiçbir kitap, bunca insanı İslam dinine yöneltmemiştir.” diye yazmıştır.

Bir kriket oyuncusu olarak görkemli bir hayat yaşayan Pakistan Başbakanı İmran Han, Esed’i İslam’a yönelten bir motivasyon kaynağı olarak betimlemiştir. Müslüman Kardeşler’in önde gelen isimlerinden Seyyid Kutub, Esed’in siyasi İslam hakkındaki görüşlerinden, yaptığı çalışmalarında yararlanmıştır. Genç bir Yahudi kadın olan Margaret Marcus, Mekke’ye Giden Yol’u okuduktan sonra New York’taki yaşamını bırakarak Lahor’a yerleşmiş, Maryam Jameelah adını alarak tanınmış bir İslam âlimi olmuştur.

Muhammed Esed’in hazırladığı Kuran Kerim’in İngilizce tercümesi, Marmuduke Pickthall ve Abdullah Yusuf Ali’nin tercümelerinin yanında yer almıştır.

Esed’in tren deneyimi sık sık yazılsa da, Müslüman oluşu ani bir dönüşümün sonucu değildi. Bu kısmen, genç Esed’in Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da tanık olduğu kargaşayla ilgiliydi.

Karanlıklar içinde aydınlığı arıyor

Esed, 20. yüzyılın başlarında Avusturya’nın bir parçası olan Lwow’da, varlıklı bir avukat olan babasının evinde büyüdü. Çocukluğu Alpler’de, bir aile çiftliğinde tatil yaparak geçti.

Anne babası çok dindar olmasalar da, tuttukları özel öğretmenler onu Tevrat konusunda eğitti ve zamanla Tevrat tefsirini, karmaşık dini konularını rahatlıkla tartışabilecek seviyeye geldi. Bu eğitim, Müslüman olduktan sonra, özellikle Kuran’ı anlamasına yardımcı olacaktır.

“On üç yaşıma geldiğimde, İbranice’yi sadece büyük bir akıcılıkla okumuyor, aynı zamanda rahatlıkla konuşabiliyordum ve ayrıca Aramice ile ilgilenmeye başlamıştım.” diye ifade etmiştir.

Din, 1920’de sanat tarihi okumak için Viyana Üniversitesi’ne girdiğinde gündeminde olmayan bir şeydi. Günler felsefe çalışarak, geceler ise kulüplere giderek geçerdi.

Sigmund Freud’un psikanaliz alanındaki keşiflerini tartışmak için Viyana kafelerinde toplanan çeşitli edebiyat çevrelerine katıldı. Diğer gençler gibi Esed de, 1914-1918 yılları arasında Avrupa’yı kasıp kavuran kanlı Birinci Dünya Savaşı’nın ardındaki dünyada, içindeki sorulara ‘cevaplar’ arıyordu.

“Avrupa, ahlaki bir kriz içindeydi. Batı medeniyeti, savaş sırasında neredeyse kendi sonunu getirmişti. Bütün bir genç nesil ortadan kalktı. Ama aynı zamanda dinamik bir dönemdi. Esed hakkında yazan İsrailli tarihçi Martin Kramer, “İnsanlar eski dogmalarla sınırlandırılmamıştı ve yeni ruhani kaynaklar arıyorlardı.” diyor.

“Esed’i anlamanın bir yolu da budur. O, memnun olduğu siyasi ve kültürel düzenden çıkmadı. Tamamen çöküşle boğuşan bir düzenden sonra bu yola girdi. ”

Avrupa disiplini ve Viktorya normları, savaşırken birbirlerinin şehirlerini ve kasabalarını bombalayan Avrupalılarda unutulmuştu.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın yıkımı genç Leopold Weiss üzerinde derin bir etki bıraktı

Sonrasında sancılı bir anlam arayışı geldi. Savaşı kaybeden Almanya ekonomisi, tazminatların yükünü taşıyordu. Enflasyon o kadar yüksekti ki, orta sınıf insanlar hayatta kalmak için aile yadigarı mobilyalarını satıyorlardı. Huzursuz olan Esed, yazar olarak kariyer yapmak için üniversiteden ayrıldı. Babası böyle bir karara tamamen karşı çıktı ve onu parasından men etti.

Esed tek başına Berlin’e gitti ve burada bir süre sanat sahneleri ile ilgilendi. Bir film senaryosu yazdı ve kazandığını içkili eğlencelere harcadı. Çoğu zaman nakit sıkıntısı çekiyordu.

Kısa bir süre, bir haber ajansı için çalıştı ve ünlü Rus yazar Maxim Gorky’nin karısı Madame Gorky ile röportaj yaptığında iyi bir para kazandı. Ancak Esed, hiçbir zaman tam olarak düzen kuramıyordu. Avrupa, uzun bir süre onun evi olmayacaktı. Onu, başka bir şey çağırıyordu: bu bir İslam çağrısıydı ve yolu Kudüs’ten geçecekti.

Arap aşkı meselesi

Duke Üniversitesi’nde din profesörü olup Müslüman olan Yahudilerle ile ilgili kitap yazan Şalom Goldman, “Esed, İslam’a aşık olmadan önce Araplara aşık oldu.” demektedir.

İslam, Arap olmanın bir yoluydu. Bu nedenle medreseye gitmek yerine Suudi Arabistan’da altı yıl boyunca bedevilerle yaşamaya gitti. Onun için gerçek otantik kültür, Mısır’ın El-Ezher Üniversitesi veya Pakistan’da alacağı eğitim değil,  bu bedevi yaşamdı.

Esed, Müslüman dünya ile ilk kez 1922’de, psikiyatrist ve Freud’un takipçilerinden biri olan amcası Dorian’ın daveti üzerine Filistin’e gittiğinde karşılaştı.

1922, Filistin’de bir siyasi karışıklık ve çekişme dönemiydi. Siyonistler bir Yahudi ulusu için çoğu zaman şiddete başvurdukları bir lobi yapıyorlardı. On binlerce Yahudi, demografiyi değiştirerek Rusya’dan ve başka yerlerden Filistin’e göç ediyordu. Esed’e, dürüstlüğü, sadeliği, develeri ve kamplarıyla yerel Müslüman Arap bedevinin, Eski Ahit’te çocukken incelediği İbranice karakterlere modern bir Avrupalı ​​Yahudiden çok daha yakın olduğu görülüyordu. Esed, birçok kez Dr. Chaim Weizmann gibi Siyonist liderlerle yüzleşerek, Yahudilerin bölgede iki bin yıldır yaşamış olan Filistinli Araplardan daha fazla haklara sahip olduklarını nasıl iddia edebileceklerini sordu.

Esed’in siyonizm karşıtlığı çok derinlerde yatıyordu. Müslümanlar tarafından benimsenmek için yaptığı bir şey değildi. ”diyor Kramer. Esed’in Filistin’deki en yakın arkadaşlarından biri olan Hollandalı Yahudi gazeteci Jacob de Haan, Araplara olan kötü muameleye karşı ısrarlı muhalefeti nedeniyle siyonist aşırılar tarafından öldürüldü.

Yıllar sonra İsrailliler Kudüs’ün tamamına sahip çıkmaya çalıştığında, Esed Filistinlilerin haklarını savunmaya devam edecekti. Siyonistlerin, Kudüs’ü sonsuza kadar İsrail’in başkenti olarak tutmak istemelerinin karşısında Esed, 1982’de yayınlanan The Vision of Jerusalem adlı makalesinde  “Sonsuzluk yalnızca Tanrı’ya mahsustur.” ifadelerini kullandı.

O, İslam’ın Kudüs’ü tüm dinler için “Kutsal Şehir” olarak gördüğünü ve yalnızca Yahudi halkına miras olarak verilen bir mülk olmadığını düşünüyordu.

Goldman, “Esed, muhtemelen, 1960’larda ve 70’lerde Marksist düşünürler tarafından popüler hale gelmeden önce siyonist sömürgecilik fikrini dile getiren ilk kişiydi.” demektedir.

Esed, Filistin’de kaldığı birkaç yıl içinde Ürdün, Mısır ve diğer Müslüman bölgelerine yaptığı geziler sırasında Araplara ve onların yaşam tarzlarına sevdalanmıştı.

Almanya’nın en saygın dergilerinden biri olan Frankfurter Zeitung’da yayınlanan hikayeleri, Araplardan “doğumdan ölüme kadar uzanan olağanüstü basit bir hayat yaşayan kutsanmış insanlar” olarak bahsetti. Makalelerini, daha sonra ilk kitabı The Unromantic Orient olarak derlendi.

Yıllar sonra Kuran tercümesi üzerine konuşması istendiğinde Esed, konuşmasının büyük bir bölümünü neden Allah’ın son elçisini Arap topraklarına göndermeyi seçtiğini düşündüğüne adadı. Çölde zorlu bir yaşam, bir bedevinin kendi önemsizliğini fark etmesine neden oldu. Bir bedevi, Arap kabilelerinin çok tanrılığının ötesinde ‘Yüce Bir Varlık’ olması gerektiğini takdir etti, dedi.

Filistin deneyiminden sonra, Arap yarımadasının derinliklerine – bugünkü Suudi Arabistan’da – çöl yaşamına katıldı ve Arap diline hakimiyetinden de anlaşılacağı gibi gerçek bir Arap oldu. Altı yıl Suudi Arabistan’da bedevi kabileleri arasında develere binerek, kıyafetlerini giyerek ve lehçelerini öğrenerek yaşadı. Ama nasıl oldu da beyaz bir Avrupalı ​​bu kadar özgürce seyahat edebildi ve o zamanlar siyasi entrikalarla, dış müdahalelerle dolu ve beyaz bir adama şüpheyle bakılan bir ülkede yaşayabildi?

Muhammed Esad, modern Suudi Arabistan’ın kurucusu İbn Suud’a yıllarca yakın kaldı.

Arkadaşlar ve düşmanlar

Suudi Arabistan, yeni Müslüman olan Esed’in 1927’de her Müslümanın hayatı boyunca en az bir kez yerine getirmek zorunda olduğu hac ziyaretini yapmak için Mekke’ye vardığında bir ayaklanmanın ortasındaydı.

Modern Suudi Arabistan’ın kurucusu İbn Suud, çöldeki isyan çıkaran kabileleri kontrol altına almak için mücadele ediyordu. Aynı zamanda Suud, askeri gücünü Arap liderler üzerinde bir etki olarak kullanan İngilizlere güvenmiyordu. Suudi Arabistan’da Esed’in zamanına dair bir kitap yazan Alman araştırmacı Gunther Windhager, “Elbette Esed’in gazetecilik çalışmaları ve uluslararası basınla olan bağlantıları, Kral ile ilişkisinin önemli bir bileşenini oluşturdu.” diyor.

Esed, Avrupa gazeteleri için yazmaya devam etti. Öykülerinin bir kısmı, daha sonra Hollanda Doğu Hint Adaları olan Endonezya’da Lehçe’ye çevrildi ve yeniden basıldı. Bu, gazeteciye kralın nezdinde önemli bir nüfuz sağladı.

Windhager, Esed için  “İçeriden bilgi alarak ve emperyalizmi eleştiren bir kalemle, her an gözetim altında olma pahasına rağmen Ortadoğu’daki İngiliz politikasını ifşa etti.” demektedir.

Kralın onayıyla Esed, çoğu gayrimüslimin liman kenti Cidde’nin ötesine geçmesinin engellendiği bir dönemde Arap topraklarına uzun yolculuklar yaptı.

Esed’in gelişinin ardından İbn Suud’un yanına bu kadar çabuk nasıl erişebildiği önemli bir tartışma konusu oldu. Ancak Suudi Arabistan, sonraki yıllarda milyarlarca petrol dolar getiren ilk petrol kuyusunu bulmasının hâlâ on yıl uzağındaydı. Sarayların etrafına yüksek duvarlar ve protokoller henüz dikilmemişti.

Esed ise bunun bir şans meselesi olduğunu söylemektedir. İlk Haccını gerçekleştirmeye gelmeden önce, kendisinden 15 yaş büyük bir ressam olan Elsa ile evlenmişti. Mekke’ye birlikte gitmişlerdi.

Eşi Elsa, bazı hastalıklara yakalandı ve hac ziyaretinden dokuz gün sonra öldü. Bu ölüm, Esed’i çok etkiledi. Her nasılsa kral bu durumu öğrendi ve onu bir toplantıya davet etti. O andan itibaren aralarındaki ilişki samimileşti.

Sonunda Esed, kralın danışmanı oldu. Esed zaten Kuran’ı okuyup İslam’a girmiş olsa da, bu sıralarda dinin İslami içtihat ve siyasetteki rolü gibi karmaşık yönlerini keşfetmeye başladı. Genellikle Müslüman öğrenciler, bazı dini okullarda deneyimli hocaların vesayeti altında İslami metinleri inceleyerek yıllar geçirirler. Esed’in durumunda, rehberlik için kime danıştığı belirsizliğini koruyor. Esed hakkında olumsuz konuşan kişiler bu durumu ona karşı sık sık kullanmışlardır.  Kanada’daki İslami İlimler Merkezi’nin kurucusu Dr. Muzaffar Iqbal, “Esed’in orada kaldığı süre boyunca dini çevrelerdeki bağlantıları hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.” diyor.

Muhammed Esed, Hindistan ve Endonezya’dan İslam şehirlerini ziyaret eden Müslüman entelektüellerle tanışmaya başlamıştı.

Esed’in oğlu, kendisi de seçkin bir entelektüel olan Talal Esed, babasının o yıllarda temas halinde olduğu âlimler hakkında bir şey bilmemektedir.

Talal, TRT World tarafından gönderilen e-postaya verdiği yanıtta, “Medine’deki bir alim ile kısaca hadis dersi okuduğunu, bu yüzden bana çok küçükken öğrettiklerinin Timbuktu’dan bir alimden olduğunu söyledi.” ifadelerini kullanmıştır.

Şimdi 88 yaşında olan Talal, Esed’in tek oğlu. Suudi Arabistan’da, Esed’in güçlü bir kabile olan Şammar kabilesinden bir kız olan Munira ile yaptığı üçüncü evliliğinden doğdu. Elsa’nın ölümünden bir yıl sonra Esad, Riyadlı başka bir kadınla kısa bir süre evli kaldı ve boşandı.

Esed anılarında, “… İslam’da evlilik bir kutsallık değil, medeni bir sözleşmedir.” diye yazıyor.

Hinduizmden etkilenen Pakistan ve Hindistan’daki Müslümanlar dışında, boşanmanın ayıp olarak nitelendiği Müslüman bir toplumun bulunmadığını söyledi.

Suudi Arabistan’da altı yıl geçirdikten sonra, Esed oraya yerleşmek istiyordu. Ayrıca Arap kabileleri üzerine yazmak istediği bir kitap için bazı yayıncılarla temas halindeydi.

Ancak Windhager, Avusturya pasaportundaki ismini Weiss’ten Esad’a değiştiremediğini ve bu durumun planlarına engel olduğunu söylüyor.

Bir diğer engel ise 1930’da Müslüman olan ve tıpkı Esed gibi Arabistan’da kendi keşiflerini gerçekleştirmek isteyen Harry John Philby’di.

Windhager, “Tam da bu sırada Esed’in İbn Suud ile olan ilişkisi entrikalar yüzünden zayıflamıştı ve Esed’in kendisi de Philby’den şüpheleniyordu.” diyor.

Esed, İbn Suud ile ilişkileri biraz bozulmasına rağmen kraliyet ailesine yakın kalmaya devam etti. Krallığın eski petrol çarı olan Ahmad Zaki Yamani, Esed’in bir dostuydu ve Esed İspanya ve Fas’ta kaldığında onu maddi olarak destekledi.

2011’de Riyad, Esed’in onuruna uluslararası bir konferans düzenledi.

Esed’in Mekke ve Medine’de kalması onun İslam anlayışı üzerinde derin bir etkiye sahipti. İşte o zaman, Kuran ayetlerinin ve Peygamber’in sözlerinin yeni bir yorumunu isteyen Ehl-i Hadis düşünce ekolüne atıfta bulunmaya başladı.

Windhager, “Weiss’ten Esed’e dönüşümün büyük ölçüde gerçekleştiği ve ilişkilerinin Avrupalı bağlardan, İslami bağlantılara kaydığı dönem ve mekandı.” dedi.

Ama belki de İslam’ın politik bir güce dönüşmesine yardım etme konusundaki en büyük katkısı, o zamanlar haritada bile olmayan bir ülkede olacaktı.

İlk Pakistanlı

Esed’in İslam’la  olan münasebetinin, salt bir manevi bir deneyimin ötesinde olması, 1932’de Munira ve oğlu Talal ile birlikte geldiği Hindistan’da çok daha açık bir şekilde kendini gösterdi.

Hindistan’a geldikten iki yıl sonra, Yolların Ayrılış Noktasında İslam adlı kitabı yayınlandı.

Kitap, raflarda yer alır almaz büyük bir ilgi gördü.  Lahor’daki Pencap Üniversitesi’nde tarihçi olan Muhammad Arshad, “Bir Avrupa vatandaşının Batı toplumunu eleştirdiğini, İslam’ı ve Sünneti savunduğunu ve dünyayı karanlıktan yalnızca İslam’ın çıkarabileceğini söylediğini görmek dikkat çekiciydi. ”diyor.

Crossroads’da İslam’a kadar, neredeyse hiç kimse Avrupa’nın İslam’dan neden nefret ettiğini anlamlandırmaya kalkışmamıştı. Burada, Batı’nın maddi ilerlemesinden Müslümanların hayrete düşmemesi gerektiğini söyleyen beyaz bir Avrupalının kaleminden çıkmış bir ​​yazı vardı: “Avrupa menşeli bilimlerden istediğiniz kadarını alın. Ama onların felsefesini benimsemeye kalkmayın.”

Bu sözlerin söylendiği tarih, dünyadaki Müslümanların çoğunun hala bir tür sömürge yönetimi altında yaşadığı bir zamandı. Esed, Müslüman kardeşlerine, “Yoksulluk gözünüzü korkutmasın, çünkü Halifeliğin yıkılması bin yıl sürerken, Roma imparatorluğu yalnızca yüz yıl içinde yok oldu.” diyordu.

Esed aynı şekilde, “Her Müslüman erkek ve kadına eğitim sorumluluğunu yükleyen İslam şiarını her zaman takip etseydik, modern bilimlere yetişmek için bugün Batı’ya bakmak zorunda kalmazdık.” diye ifade ediyordu.

1930’ların ortalarında Esed, din eğitimi yöntemlerini iyileştirmeyi ve İslami kurumlarda klasik konuların yanı sıra bilim konularını da tanıtmanın yollarını bulmayı amaçlayan farklı projelerde aktif olarak yer alıyordu.

Bu süre zarfında, Hz.Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan Sahih Buhari’yi tercüme etmek gibi muazzam bir görevi üstlendi. Bu görev, binlerce tarihi notu dikkatlice okuyup gözden geçirmeyi gerektiren zahmetli bir işti.

“O zamana kadar kimse onları İngilizce’ye çevirmeye kalkışmamıştı. Bu çok büyük bir girişimdi.”

Ancak, bu çeviriyi tamamlayamadı ve el yazmasının çoğu, 1947’de Hindistan ve Pakistan’ın ayrılması sırasında kayboldu.

Esed, sürekli olarak İngiliz istihbaratının radarındaydı. Hint yarımadasına varmadan önce bile şüpheli bir şekilde görüldü. Esed henüz Suudi Arabistan’dayken, “Von Weiss ile Cidde’deki Bolşevik Konsolosluğu arasında bir bağlantı var mı? Bunlar doğrusunu bilmenin zor olduğu gizemlerdir. ”diye yazmıştı İngiliz bir muhbir.

1939’da II.Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, İngilizlere hâlâ kağıt üzerinde Avusturya vatandaşı olan Esed’in peşine düşmek için bir neden verdi. Avusturya’nın Alman işgali onu Hindistan’da düşman yaptı.

Sonraki altı yıl boyunca Esed, Nazi destekçilerini Esed gibi diğer mahkumlardan yalnızca dikenli bir telin ayırdığı toplama kamplarında yaşadı.

Hindistan’da bir gözaltı merkezinden diğerine taşınırken, Naziler, babasını ve kız kardeşini Almanya’daki toplama kamplarına yolladı. Bu, onun sıkıntılı bir dönemiydi. Oğlu Talal, bu anların Esed’in ağladığı yegâne anlar olduğunu söyledi.

1946’da serbest bırakıldıktan sonra Esed zamanını, bir İslam devletinin ve onun anayasasının ana hatları üzerinde çalışmaya adadı.

“O zamana kadar Müslümanların herhangi bir İslami devlet modeli yoktu. 1940’lardan önce yayınlanan kitapların çoğu halifeliğe odaklanıyordu. Modern çağda, Müslüman bir devletin yönetim sisteminin nasıl olması gerektiği konusundaki tartışmayı başlatan Esed’di. ”

Esed, demokrasiyi ve milletvekillerinin oyla seçilmesini şiddetle destekledi. Görüşünü desteklemek için İslami metinleri kullandı, demokrasinin İslam ile bağdaşmadığını iddia edenleri yalanladı.

Pakistan’ın 1947’deki bağımsızlığından sonra, hükümet politikalarının dini ilkelere bağlı kalmasını sağlamayı amaçlayan İslami Yeniden Yapılanma Dairesi’ne başkanlık etti. Ancak Pakistan’ın ilk Başbakanı Ali Khan, Esed’in diğer Müslüman ülkelerle temas kurmaya çalıştığını gördü. Ve böylece Orta Doğu birimine atandı.

Esed seyahat etmek istediği bir sıra Pakistan pasaportu talep etti. Halen sömürge döneminden kalan bir vatandaşlık yasası yürürlükteydi ve Pakistanlılar bağımsızlıktan sonra bile İngiliz uyruklu olarak seyahat etmeye devam etti.

Esed bunların hiçbirine sahip olmak istemiyordu. O, bir İngiliz vatandaşı değildi ve Avusturya uyruğunun da anılmasını istemiyordu. Pasaport belgelerin verilmesinden sorumlu olan memurlar şaşkına dönse de Ali Khan’ın verdiği bir emir ile Esed, herhangi birine tahsis edilen ilk Pakistan pasaportunun sahibi oldu.

Kuran’ın Mesajı

1950’lerin ortasında Pakistan BM misyonundan istifa ettikten sonra, Esed farklı ülkelerde yaşamaya devam etti, Fas ve İspanya’da vakit geçirdi.

Üniversitelerde ve konferanslarda konuşmalar yapmaya devam etti. Bu arada İslam’a en iddialı ve en önemli katkısı olan Kuran’ın İngilizce tercümesi üzerinde çalıştı.

17 yıllık emeğin ardından Kuran’ın Mesajı 1980’de yayınlandı.

Muzaffer İkbal bu meal hakkında “Onun çevirisini kabul eden tek bir alim tanımıyorum. Sorun, Kuran’ın mesajıyla hesaplaşmaya çalışan ve Kuran’ın doğaüstü yönlerini kavrayamayan ve onları rasyonelleştiren bir Avrupalı ​​zihnidir.”  ifadelerini kullanmıştır.

Esed, cinler ve Hz.Muhammed’in Miraç yolculuğu gibi bazı konuları alegorik terimlerle ele almıştır.

Geleneksel âlimlerin kabul etmediği bir başka şey de Esed’in kadınlara bakış açısıdır: Esed’in çevirdiği Kuran-ı Kerim mealindeki yoruma göre kadınlar başlarını örtmek zorunda değildir.

Muzaffer İkbal, Esed’in tefsirini El-Zemahşerî gibi alimlere göndermelerle desteklediğini, ancak belirli bir Kuran ayetinin birçok açıklamasından birini kendi anlayışına uyacak şekilde seçtiğini söylüyor.

Tartışmalara rağmen, Esed’in çevirisi özellikle İngilizce konuşan Müslümanlar arasında yaygın olarak okunmaktadır.

Esed, kadınların başını örtmesi veya Müslümanların müzikten keyif alması konularına farklı bir yaklaşım sergileyen tek Kuran tercümanı değildir. Ancak eleştirmenler tarafından seçilen ilk tercümandır.

Bedevilerle birlikte çadırlarında yaşayarak Arapça öğrenmesine rağmen Avrupa kökenli olduğu için sık sık saldırıya uğramıştır. Muhtemelen diğer bilim adamlarından daha uzun yıllar çölde yaşamıştır.

Esed, birçok kişi tarafından hâlâ yabancı olarak görüldüğü Güney Asya’da olduğu gibi, Arap dünyasında tam olarak kabul edilmedi. Çünkü halk, yerli olmayan birinin Kuran’ı çevirmesine şüpheyle yaklaşmaktadır.

Murad Hoffman, İslami modernizasyonun Kahire veya İslamabad yerine Londra veya New York’tan gelebileceğini savunarak, “Öyle de olsa, özellikle Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki günümüz Müslümanları arasında Esed’in prestiji artmaya devam ediyor.” diye yazmıştır.

İncelenen ve eleştirilen sadece Esed’in Kuran tercümesi değildi. Kişisel yaşamındaki kararları bile onu ateş hattına sokmuştur.

İnzivaya çekilme

Esed, 1952’de New York’ta Pakistan’ın BM misyonunda çalışırken, Müslüman olmuş Polonyalı bir kız olan Pola Hamida ile evlendi.

Talal o sırada, Esed’in üçüncü eşi olan annesi Munira ile birlikte Londra’da kalıyordu.

Evlilik haberi Pakistan’da tartışmalara yol açtı ve yerel basında Yahudiliğe dönmüş olabileceğine dair skandal içerikli yazılar yayınlandı. Munira, bunun ardından Pakistan hükümeti yetkililerine kocasının onu terk etmesini şikayet etti.

Esed istifasını sundu. Fon bulmak için çok zorlandı, bu nedenle Mekke’ye Giden Yol’u yazmaya karar verdi.

Pakistan’ın Cidde’de bir diplomatik ofis kurabilmesi, Esed’in İbn Suud ile olan kişisel ilişkisi nedeniyle oldu.

Pakistanlı tarihçi İkram Chughtai, “Pakistan’ın halen yararlandığı Suudi Arabistan ile dostluğun temelini atan kişi oydu. Onu unutmuş olmamız üzücü. ”şeklindeki ifadede bulunmaktadır.

1969’da İslam Konferansı Teşkilatı kurulmadan yıllar önce Esed, bir Müslüman Milletler Cemiyeti oluşturmak için bütün bir öneri yazdı. Ancak onun tavsiyelerini taşıyan dosya, Pakistan’ın Esed’i sevmeyen dönemin eski bakanı Zafarullah Han’ın masasında göz ardı edildi.

Chughtai, “1940’larda sokaklarda yeni ülke için yürüyen pek çok kişi vardı, ancak Pakistan’ın ideolojik cephesinde çalışan Esed gibi sadece birkaç kişi vardı.” demektedir.

Tüm bunlara rağmen Esed, Pakistan hükümeti tarafından 1957’nin sonlarında İslam üzerine büyük bir akademik seminer düzenlemeye bir kez daha davet edildi.

Esed, kişisel bağlantılarını kullanarak dünyanın dört bir yanından onlarca Müslüman alimi davet etti. Konferansın raporları yayınlandığında ise adı bile geçmedi.

Ailesi içinde, Esed eski karısı Munira’ya ekonomik anlamda destek olmaya çalışırken sürtüşmeler yaşandı.

Talal ve Pola asla anlaşamadı. İlişkileri, Esed Şubat 1992’de ölüm döşeğindeyken Pola’nın Talal’a haber verme zahmetini göstermemesi noktasına kadar kötüleşti.

Talal bahsi geçen e-postada, “Babamın karısının, babamın ne kadar hasta olduğunu söylemek için önceden benimle iletişime geçmemiş olması, benim için unutulmayacak bir acı hatıradır.” diye yazmıştır.

Bazı araştırmacılar, Esed’in hayatının ilerleyen dönemlerinde İslam’a olan hayranlığını yitirdiğini ileri sürdü. Elbette Esed, bazı Müslüman ülkelerin, özellikle Pakistan’ın vaziyetinden memnun değildi. Ancak İslam’a olan bağlılığına hiçbir şey olmadı.

Talal’ın babasıyla ilgili son anısı, kendisini Boston’daki bir hastanede habersiz ziyaret ettiği zamandır;

“Odaya girdiğimde, onu benim geldiğimden habersiz bir şekilde akşam namazının akabinde seccadesinde dua ederken buldum.”

Çeviri: Büşra Elif Özçelik