Dosya

“Dergin varsa derdin var”

Cemil Meriç, dergileri “hür tefekkürün kaleleri” olarak nitelendirmişti. Türkiye’nin yakın geçmişine bakınca dergilerin fikri ve kültürel gelişimde önemli bir yer tuttuğu görülüyor. Peki, dijital teknolojinin matbu yayınların pabucunu dama atacağı tezlerinin ortasında dergi sektörü şu an ne durumda?  Kağıdını büyük oranda ithal eden bir ülkenin dergicileri nasıl ayakta duruyor?  Çoğunluğunu edebiyat dergilerinin oluşturduğu piyasanın sorunları […]
Cemil Meriç, dergileri “hür tefekkürün kaleleri” olarak nitelendirmişti. Türkiye’nin yakın geçmişine bakınca dergilerin fikri ve kültürel gelişimde önemli bir yer tuttuğu görülüyor.
Peki, dijital teknolojinin matbu yayınların pabucunu dama atacağı tezlerinin ortasında dergi sektörü şu an ne durumda? 
Kağıdını büyük oranda ithal eden bir ülkenin dergicileri nasıl ayakta duruyor? 
Çoğunluğunu edebiyat dergilerinin oluşturduğu piyasanın sorunları neler? 
Okura eleştirel bakış…

Sizin için dergi yayıncılarına ve yöneticilerine sorduk. 

İyi (Mücerret) okumalar…

Türkiye’de dergicilik yapmayı nasıl tanımlarsınız?

YORGUN BİR TAMİRCİ USTASININ RUH HALİ GİBİ

Bülent Parlak-İzdiham

Türkiye’de dergicilik yapmak iğne ile Marmaray’ı kazmak gibi desem abartmış olacağım ama abartmadan da insan yükünü anlatamaz. Benim için İzdiham’ı çıkarmak elinde file ile evine erken dönen yorgun bir tamirci ustasının ruh hali gibi. Mutlu ve dünyaya yüz çevirmiş.

Mustafa Akar-Lacivert

Türkiye’de dergicilik, gazeteciliğe göre daha oturmuş bir alan. Kendince bir geleneği olan, çok daha belirgin çizgilerle oluşturulmuş hatları var dergiciliğin. Bir anlamda evet, fikrin kalesi olma özelliğini halen koruyor bir şekilde. Öte yandan en kurumsal derginin bile biraz acemi, biraz artistik tarafı var. Bizde edebiyat her zaman dergilerde yaşadı. Neredeyse edebiyatın atar damarı oldu dergiler. Yanına düşünce ve bilimi eklese de her zaman edebiyat ilk sırada gelir. Hepimizin bildiği Serveti Fünun Dergisi’nin bile anlamı, biliyorsunuz adından da anlaşılacağı gibi Fen dergisi oluşudur ama bu pozitivst ismini bile görmeyip o derginin edebiyat tarihindeki yerinin çağrışımıyla aklımıza hemen edebiyat dergisi olduğu geliyor. İkinci Yeni’nin ortaya çıktığı Pazar Postası’nı bile dergi olarak hatırlıyor çoğu insan, oysa bir gazetenin ekidir Pazar Postası. Yani en net şunu söyleyebilirim, bir meseleye dergide rastladığımızda onun “ciddi” olduğunu düşünmek isteriz. En acemi dergiler bile, fanzinler bile bu anlamda mizah yaparken de ciddi olmak isterler. Yani dergiler, edebiyata da, düşünceye de ciddiyet kazandırır.

Yusuf Genç-Cins

Dergi, twitter ya da instagram gibi mikro sitelerin dışında kamusal iletişimin demokratikleşmesini en mümkün kılan araçlardan biri. Daha düz ifade edersek, kamuoyu için öyle çok da ‘önemli’ olmayan biri ya da birilerinin sözünü kamusal alana çıkarmasına imkân sağlayan bir araç. Hususen genç dergiler. En azından çoğu büyük reklamlar almadıkları için reklam endüstrisinin, kim olursa olsun siyasal iktidarın ve toplamda kamu baskısına en az maruz kalan özgür merkezler. Seni bağlayan çok fazla şey olmadığı için sen de kimseyi bağlamadan konuşabiliyorsun. Burada bir anarşizm övgüsü yapıyor değilim, yanlış anlaşılmasın. Ama bu çok keyifli bir şey. Sözünü dilediğin gibi söyleyebiliyorsun. Hikâyenin bam teli burası. Bu açıdan yılların dergicisi olarak biraz da abartarak şöyle söyleyebilirim; Dergiler, Türkiye’de özgür düşüncenin teminatıdır.

Müstakim Haksal-Yedi İklim

Dergiden dergiye fark var. Edebiyat, sanat ve kültür dergiciliğini soruyorsanız bu, gönül veren insanların fedakârlıklarıyla olanlarıdır. Ticari bir karşılıkları ve beklentileri olmaz bu tür dergileri çıkaranların. İdealleri olanlar her zorluğu göze alarak bir çaba içine girerler. Geleneğimizde, dava ve inanç sahipleri hayatlarını ortaya koyarak büyük emek ve çabalarıyla dergi çıkarmışlar, güç ve takatleri yitinceye dek sürdürmüşler sonra bırakmışlar. Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yönelişler böyledir. Amatör ruhludurlar. Gençlerin ise heves ve heyecanlarıyla bir araya gelip çıkardıkları üç beş sayı sürdürdükleri dergiler var. Dergiciliğimizde böyle bir durum var.

Ancak davası olan ve sorumluluk sahipleri bu zorlukları göze alırlar. Bu dergiler hem geleneğimizi oluştururlar, hem de gençlere öncülük ederler, okul özelliğindedirler.

UZUN SOLUKLU YÜRÜYÜŞÜN ETE KEMİĞE BÜRÜNMÜŞ HALİDİR

Murat Açıkgöz-Yarın

Her şeye rağmen zor ama bir o kadar da keyifli meşgale olarak tanımlayabilirim, Türkiye’de dergiciliği. Her yeni gün, coğrafyamızın farklı bölgelerinden yeni bir umudun, yani dergilerin doğduğu haberlerine tanık oluyoruz. Aslında tanık olmak sorumluluktur, vazife yüklenmektir ama bu kısım başka bir sualin cevabı olduğu için “tanıklık faslını” geçiyorum. Takriben iki asırdır “toplanmak”, “toparlamak” adına çıkarılan farklı mottodaki dergiler, bugün amacı dışında kullanılmaya fırsat yaratılmış olsa da “dergilerin” asıl vazifesi devam ediyor diye düşünüyorum… İşte tam burada; bir düşünceyi, bir görüşü, bir misyonu,  bir grubu, bir düşünce veya fikriyatı bir araya getirmek, bir arada tutmak ve konsolide etmek istiyorsanız dergiler eski ihtişamlı günlerdeki kadar itibar ve kıymet görmeseler bile hürmet ediliyor ve dolayısıyla “hür tefekkürün kalesi” unvanını korumaya devam ediyor. Derginin mutfağından okuyucuya ulaşıncaya kadar ki operasyonu yönetecek, idare edecek kimse yok ise bir-iki sayı sonra netameli hale geliyor. Ya da birkaç kafadar gencin bir araya gelerek, hayallerini mürekkebe aktarma heyecanı birkaç sayı sonra inkisara uğruyor. Dergicilik, uzun soluklu yürüyüşün ete kemiğe bürünmüş halidir.

Salih Yüzgenç-Genç

Dergicilik üzerine Türkiye’de çok fazla söz, aforizma var. Dergiler mezarlığı/Hür tefekkürün kalesi vs. birçok sözün söylendiğini biliyoruz. Burada bu ifadelerin hepsine katılmak mümkün ama işin esasında herkesin fikir birliği sağlayabileceği bir mesele var ki o da dergilerin şu anki mevcut Türkiye siyasetinden, düşünce dünyamıza, hayatımızın neredeyse her alanına çok ince dokunuşlarla etki ettiği.

Kitle iletişim araçları içerisinde belki de etkisini en çok kaybeden mecra oldu dergiler… Kuşkusuz bu Türkiye’ye de yansıdı. E-dergi formatı gibi çalışmalar da biraz bunun etkisinden oldu. Sonuçta teknoloji hayatın hiçbir alanını teğet geçmedi, bundan her alan; her sektör etkilendi. Dergilerin de bu anlamda bir güncellemeye gittiğini gördük.

Bütün bunları düşündüğümüzde Türkiye’de dergicilik yapmak en başta bir heves, daha sonra içinizde aşk varsa bir dert ve sonunda bir hayat tarzı. Gazetecilikte olaylara günlük haber formatında bakarken, dergicilikte aylık haber gözünden bakıyorsunuz mesela. Daha da açacak olursak, olayları ve meseleleri ele alırken daha da demlendirme; üzerine düşünme ve değerlendirme imkanı buluyorsunuz. Bu da tabii ki olgunlaşma anlamında olumlu etki ediyor.

Dergiciliğin siyasi, politik, tartışma konusundaki yerine girmiyorum. İğrençleşmeyi mizah, edepsizliği sanat, hakaret etmeyi demokrasi görenlerin de dergi çıkardığı bir ortam var Türkiye’de. Bu anlamda aslında çok özgürüz. Bu tartışmalara girerek enerji harcamayı doğru bulmuyorum.

Süleyman Karakaş-Fikirname

Türkiye’de dergicilik yapmak, özellikle de bizim gibi davası olanlar için bir çileli yoldur. Allah’ın adını yüceltmeyi dergicilik gibi bir usul ile yürütmeye çalışmak, ciddi bir mücadeleyi gerektirir. Her işte olduğu gibi kolaya kaçarsanız, aslında o kadar da zor değil yani. Sağdan soldan yazı toplarsınız ve bunları gelişigüzel sayfalara yerleştirirsiniz, oldu bitti, hayırlı olsun derginiz… Fakat öyle değil, her şeyden önce İslam’a hizmet davasında olan bir kimse, sarf edilen her kuruşun, harcanan zamanın, her şeyin hesabını vereceği şuuruyla hareket eder. Öyle olunca attığınız okun hedefini bulduracak olan (Allah) ile aranızı iyi tutmanız lazım. Zira hakikatte oku hedefe vardıracak olan yine O’dur.

Mesleki olarak, Türkiye’de dergicilik yapmak hiç de öyle matah bişey değil. Nerde durduğunuz belirsizdir mesela, ne gazeteci kabul edilirsiniz ne yazar. Gazete yazan adama gazeteci derler, kitap yazana da yazar ama siz dergici iseniz, Türkiye’de bunun bilinen bir karşılığı yok. Esasında, Batılı bir iletişim formu olarak dergi, Türkiye toplumunun kültürüne nüfuz edebilmiş, tam manasıyla halka inebilmiş de değildir. Daha çok biz münevverlerin kendi aramızda çalıp oynadığımız bir ortamdır dergiler.

İslam Dalp-Nihayet

Nihayet gibi dosya ağırlıklı çıkan bir düşünce-kültür dergisi içindeyseniz keyifli; çalışılacak sonsuz sayıda konuya sahip ama merak ettiğiniz konular için konuşacağınız uzman isimler gerçek anlamda bir elin parmaklarını geçmiyorsa -ki çoğu zaman öyledir- yıpratıcı ama öğretici. Türkiye’de dergicilik derken kastedilen ise genel olarak edebiyat dergiciliğidir. 2 yıldan biraz fazla bir süre bu alanda da çalışmış biri olarak hepsinin aynı keyfi verdiğini söyleyebilirim. Bu cevapları verirken, yaşanan aksilikleri, son anda çıkan sorunları da düşünmeden edemiyorum ama nihayetinde meraklı bir tabiatınız varsa, dergicilik size her daim sürprizler açan bir alandır ister Türkiye’de ister başka bir yerde zannediyorum.

Furkan Çalışkan-İtibar

Uçuruma bakmak gibi. Sadece tuhaf bir aşk ile bağlı olanların ömürleri boyunca devam ettirebilecekleri bir faaliyet bu. Çünkü modern zamanların irrasyonel işlerinden. Kıymeti de zorluğu da buradan geliyor.

Çok sayıda dergi var. Neredeyse hızına yetişemiyoruz, sayısını bilemiyoruz. Bu manzarayı nasıl okuyorsunuz?

DERGİLERİN KADERİNİ BÜYÜK ORANDA OKURLARI BELİRLER

İslam Dalp-Nihayet

Çeşitlilik her zaman iyidir; ister acemilikle gölgelensin, ister profesyonellikle donuklaşsın… Her yaştan ve her zevkten okurun varlığını düşündüğümüzde sizce de normal değil mi? İki okur bir araya gelip kitaplardan, öykülerden, şiirden konuşmaya başladığında zevkleri ne kadar örtüşür acaba? Geçmiş tarihlerle kıyaslayıp, “Bunlar da nereden çıktı?” demek yerine, arada alıp karıştırmak, seslerine kulak vermek, nasıl bir arayış içinde olduklarına göz gezdirmek her zaman iyidir. Çok sayıda derginin aynı anda var olması, onları destekleyen ve bir noktada onlarla benzer zevklere sahip bir kamuoyunun varlığını gösterir. Bu, ıskalanmaması gereken bir mesele.

Dergilerin kaderini büyük oranda okurları belirler. Böyle düşündüğümüzde hâlihazırda çıkmakta olan herhangi bir dergi için, “Bunun anlamı ne?” diye sormak, makul bir şey değil. Bu söylediklerim, “Oldukları gibi kalsınlar” anlamına gelmemeli elbette. Düzeylerini, kendi potansiyellerinin altında değerlendiren her dergi tartışmaya açık, üzerine konuşulup yeniden yapılanması imkân dahilindedir.

Furkan Çalışkan-İtibar

Rasyonalitenin kısırlığına bağlıyorum bu durumu. İnsanların bir hikâyeye ve bir amaca ihtiyaçları var. Dergi çıkarmak hem dergi ekibi hem okuru için ortak bir hikâyenin kahramanı olmak gibi. Fakat bütün bu insani ihtiyaçların ve merakların ötesinde ekol olabilen dergiler Türk edebiyatı ve düşünce hayatı için bağımsız mevziler olarak bir milli hayatiyeti de temsil ediyorlar.

ŞİİR VE EDEBİYAT HİLE KABUL ETMEZ

Bülent Parlak-İzdiham

Ben en çok zenginlerin edebiyata bulaşmasından tedirginim. Çünkü kodamanların bulaşmadığı tek yer edebiyat dergileri. Bir rant kapısı olmadığı sürece benim için bir sıkıntı yok. Çünkü şiir ve edebiyat hile kabul etmez.

Mustafa Akar-Lacivert

Bildiğim kadarıyla dünyada bu kadar çok derginin yayınlandığı başka bir ülke yok. Ben bunun hiçbir zaman kötü bir şey olduğunu düşünmedim. Bu dergilerin büyük çoğunluğunu da edebiyat dergileri oluşturur. Düşüncede ve edebiyatta çeşitliliktir dergiler.

Yusuf Genç-Cins

Keşke daha çok olsa. Her ilin, her cenahın, her ekibin, her fakültenin, bir araya gelen her üç kişinin keşke bir dergisi olsa, oralardan birer dergi çıksa. Müstakil tür dergileri olsa keşke bir sürü. Bir sürü sinema dergisi, bir sürü şiir dergisi, öykü dergisi, bir sürü tiyatro dergisi, karikatür dergisi, fanzin vs… Çıkan dergilerin sayısına odaklanmaya gerek yok bence, niyetine ve içeriğine odaklanalım yeter. O dergiler ne için çıkıyor sorusu önemli. Sözünü söylemek, teklifini sunmak içinse, yani kabaca sadece derginin kendisi için dergi çıkarılıyorsa her şey yolunda demektir. Değilse bir yerlerde sorun var demektir. Hele ki bürokrasi koridorlarına adım atmayı sağlayacak bir tanınırlık çabasına göz kırpıyorsa bir şey, o dergi değildir, çıkaran da dergici değildir. İnsan bile değildir. (Kabul biraz sert oldu 🙂

Müstakim Haksal-Yedi İklim

Gençlik heves ve heyecanları, grup ve kümelerin oluşumundan kaynaklanıyor. Ya da çıkmakta olan dergilerde kendilerine yer bulamayanların birlikteliklerinden oluşan dergiler. Dernekler, öğrenci grupları, topluluklar, kurumlar da dergi çıkarıyor. Dergi bolluğu bundan. Bizim ideal diyebileceğimiz dava dergileri olmuyor bunlar.

Murat Açıkgöz-Yarın

Siyasette kullanılan “ağır” dilin dergiler ve yayıncılar tarafından kullanılmasını doğru bulmuyorum. Bunu şu yüzden ifade ettim: Kültür politikamızın, kültür dünyamızın teoride istenilen boyutta kalması, bunun yanında pratikte beklenen ve istenilen katma değerli çalışmaların ortaya çıkmamasının siyaset kurumuyla doğrudan ilgili olduğuna inanlardanım. Ama buna rağmen, alt tabakada yani magmada fokurdayan metinlerin yer yüzene çıktıklarına şahit oluyoruz; lakin bu sessizlik senfonisi gibi. Sözümü şuraya evirmek istiyorum: Siyasette kullanılan gündelik dil ne yazık ki kültür dünyamıza sirayet etmiş durumda. İlaveten esaslı kültür politikamızın olmayışı da cabası… Tıp ki bir takvim yılı içerisinde sessiz sedasız kurulan, varlığından haberdar olamadığımız siyasi partiler gibi. Özetle, son yıllarda dillendirilen “dergi çöplüğü” lafzının doğru bulmadığımı, her metnin yazara, okuyucuya katma değer katacağına inanıyorum. Hz. Ali efendimiz de dediği gibi: “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.”

Salih Yüzgenç-Genç

Bu durumu bir zenginlik olarak görmek de mümkün aslında. “Her önüne gelen dergi çıkarıyor” demek de mümkün, “ne güzel, herkesin bir derdi var, o derdini dergilerle aktarıyor” demek de. Biz yine de zenginlik diyelim… Az önce zenginlik dedik ama bu maalesef bazen niteliğin düşmesine de neden olabiliyor… Bu olumsuz tarafı. Öğrencilik yıllarımda ben de arkadaşlarımla dergi çalışmalarında bulundum. Şu an dönüp o çalışmalara bakınca “keşke daha nitelikli olsaymış bu işler” diyorum. Ama o zamanın şartları, zihni ve fikri toyluk bunun müsebbibi. Bu yüzden de bu zenginliği nitelikli hale getirmek lazım. O zaman dergicilik anlamında ciddi bir başarıdan söz edebiliriz. Her ne olursa olsun dergi gibi somut bir iş için emek sarf eden, gayret gösteren ve bunu sürdürmeye çalışan herkese saygı duyulmalı, desteklenmeli.

Süleyman Karakaş-Fikirname

Çok derginin olması iyidir ama birkaç senedir Türkiye’de çok dergi yok, adeta dergi seli var… Bu bir bakıma iyi, çok sayıda kalem erbabı yetişebilir, ayrıca zenginlik vesilesidir. Fakat olumsuz tarafları da var. Zira eskiden herkes ustaları okur, bir kenardan da bir şeyler yazmaya çalışanlar yavaş yavaş sayfalarda boy gösterirdi. Yani, yazar olmadan önce iyi bir okur olunurdu. Usta olmadan önce çırak olunmaya çalışılırdı.

Şimdilerde ise okur iken dergi çıkaran, o dergilerde yazı yazan yeni yetmelere şahit oluyoruz. Tabi bu da kaliteyi düşürüyor, ilgiyi de azaltıyor. Sonuçta, herkes kendi çalıp kendi oynuyor! İşte bu pek olumlu değil. Kökleşmiş, gelenekleri, kural ve kaideleri oturmuş yayın mecralarına ihtiyacımız var.

Gençlere tavsiyem, “az olsun benim olsun” mantığını terk edip, var olan yayınlara destek olalım. Ama bundan da önemlisi, önce çok kaliteli ve sağlam bir alt yapı kuralım kendimize, kendimizi çok yönlü yetiştirelim, sonra da mevcut dergilerimizi geliştirmeye çalışalım.

Dergi yayıncılığının sorunları nelerdir?

SEVDİĞİNDEN ŞİKAYET EDEN SEVDİĞİNİ SÖYLEMESİN

Bülent Parlak-İzdiham

Dergiciliğin herhangi bir sorunu olduğunu düşünmüyorum. Benim İzdiham’ı çıkarırken yaşadığım tüm sorunların sebebi benim. Çünkü İzdiham’ı yayınlamayı ben istedim ve bunun tüm yükünü de omuzlarıma aldım. Sevdiğinden şikayet eden sevdiğini söylemesin.

Müstakim Haksal-Yedi İklim

Kültür, düşünce ve edebiyat dergilerinin kaynakları öncelikle abone, sonra reklamlar ya da kimi kurumların destekleriyle çıkan dergiler. Bunlar kâr amaçlı olmadığından, pragmatist, yani çıkarcı ve para kazanma alanları olmuyor. Günümüzde bir derginin bu anlamda ayakta kalabilmesi güç. Genellikle ayakta kalabilmek için kimi holdinglere, vakıflara ve kurumlara yaslananlar için zorluklar yok.

Dergi yayımcılığının asıl sorunlarından biri dağıtım. Büyük dağıtım şirketleri yüklü para karşılığında dağıtım yaparlar. Dergiler satılsın ya da satılmasın belirlenen miktarda para alırlar. Talep edilen para bir derginin hem maliyetini hem de dağıtım anına kadar olan toplamı aşar.

Mustafa Akar-Lacivert

Dergicilik bizde diğer yayıncılık alanlarına göre daha oturmuş gelenekleri olan bir alan. Dermekten toparlanmaktan geliyor. Az önce dediğim gibi düşünce ve edebiyat ekolleri yaptıkları işe ciddiyet kazandırmak için dergi çıkarıyorlar. Bu dergilerin en büyük sorunu editör sorunudur. Biz büyük dergileri, onların büyük editörleriyle birlikte hatırlarız. Mesela Dergâh dergisini değerli kılan, bir dönem o dergiyi Mustafa Kutlu’nun yönetmiş olmasıdır. Halkın Dostları dergisi demek, İsmet Özel demektir. Keza günümüzde de öyle. Dergiler iyi editörlerinin isimleriyle özdeşleşir. Sizin o dergide yer almanızın böyle bir anlamı vardır. Bu anlayış azalıyor zamanla sanırım. Ama direnenler var mutlaka. İtibar’ın İbrahim Tenekeci ile Fayrap’ın Hakan Arslanbenze ile anılması buna en güzel bir örnektir. Siz bu iyi şairlerin tezgahında sınanmak isterseniz o dergilere ürün yollarsınız ya da bu editörlerin seçtiği metinleri okumak istersiniz. İyi dergi okuru seçkin bir okurdur bu anlamıyla. Bir de mizah mı edebiyat mı yaptığı belli olmayan bazı dergiler var. Onların da tek alametifarikası muhalif olmaları. Zaten bu dergilerin –adları lazım değil- barları, kafeleri falan var. Yani hem muhalif olalım hem de bundan ekmek yiyelim diyorlar. Oysa dergi dediğin yer derlenen, toparlanan yerlerdir. Oralardan birileri yetişir. Hatta loncadaki önemli isimler, geldikleri ekolün adıyla anılırlar.

Yusuf Genç-Cins

Dergiciliğin kışkırtıcı dünyasına giren herkesin ilk karşılaştığı sorun en temel sorun sanırım: Dağıtım. Bu konuda çözülememiş bir sıkıntının göbeğinde hemen tüm dergiler. Pırıl pırıl bir şey üretiyorsun ama onu okura gösteremiyorsun. Burada yerleşik endüstrinin tercihleri hemen pek çok dergiyi zorluyor. Bunun dışında, -üst perdeden konuşuyor gibi anlaşılmazsa eğer- içerik ile ilgili de sorunlar var doğrusu. Mahsus gündemini merkeze almakla, mevcut gündemi izlemek arasında kafa karışıklığı yaşayan bazı dergiler görüyorum. Mevcut gündemden kastım sadece Türkiye’nin politik tartışma alanları değil. Bir dergi, kendi gündemini söylediği oranda ‘iyi’ bir şey yapmış olur.

ÇİN, DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN 1-2 DOLARLIK ÜRÜNÜ TÜRKİYE’YE ÇOK KOMİK RAKAMLARA SEVK EDERKEN, BİZ 2018 YILI İÇERİSİNDE 5-6 TL BANDINDA KARGO GÖNDERİMİ YAPTIK

Murat Açıkgöz-Yarın

Tereddütsüz, kâğıt ve kargo diye iki başlıkta toplayabiliriz. Dövize odaklı kâğıt ve kargo-ulaşım masrafları hasbelkader tutunma gayesinde olan, ayaklarını yere basma dirayetini ortaya koyan biz dergiciler için ciddi bir külfet oluşturuyor.  Çin, dünyanın öbür ucundan 1-2 dolarlık ürünü Türkiye’ye çok komik rakamlara sevk ederken, biz 2018 yılı içerisinde 5-6 TL bandında kargo gönderimi yaptık. Neyse ki bu yılın başında yapılan anlaşma kapsamında daha uygun rakamlara gönderim sağlayabiliyoruz.

Salih Yüzgenç-Genç

Lafı gevelemeden cevap vereyim: Ekonomik sorunlar. Özellikle Türkiye gibi kağıt teminini ithal yollarla tamamlayan ülkeler, döviz artışlarından çok fazla etkileniyor. Bu durum matbaa fiyatlarına, baskılara yansıyınca da ister istemez ekonomik olarak zor süreçler bekliyor dergileri. Hatta Türkiye’de 2018 Ağustos ayındaki döviz dalgalanmalarının ardından onlarca derginin maalesef yayın hayatına son verdiğini; bazılarının küçülmeye gittiğini, bazılarının da baskı adetlerini düşürdüğünü gördük. Dergi çalışanları için de durum geçerli. Yayıncılıkla uğraşıp da -medyatik isim değilse- zengin olan çok fazla değildir. Dergiciliğe bir zenginlik dedik ama çalışanını zengin ettiği pek görülmemiştir…

Süleyman Karakaş-Fikirname

TÜRDEB (Türkiye Dergiler Birliği) kurucularından ve sabık başkanlarından biri olarak dergiciliğin sorunlarına acizane vakıf olduk. Teknik manada dergiciliğin en büyük meselesi, hala dağıtım. Bu konuda çok çeşitli mücadeleler verildi ama hala güncelliğini koruyor… Özetle söylemek gerekirse, özel kurye ile gönderseniz, astarı yüzünden pahalıya geliyor, zarar ediyorsunuz; PTT ile gönderseniz, kapıda kayboluyor veya başka sebeplerle okurun eline ulaşmıyor.

Tabii en önemli konulardan biri de maddi destek, reklam, sponsorluk gibi gelirler. Eş dost desteğiniz yoksa veya belirli bir sosyo-ekonomik gücün desteğinden yoksunsanız, kimse de size sponsor olmuyor. Özellikle basılı dergiler için bunlar en önemli meseleler.

Diğer bir mesele de dergilerin kendilerine halka tanıtmada uygun ortamlar bulamamaları. Bilhassa Kitap Fuarları, dergilere adeta üvey evlat muamelesi yapıyorlar. Oysa dergi ve kitap birbirini besleyen unsurlardır. Bilhassa dergi, okurunu genel manada kitap okumaya hazırlar, bazı konulara ilgisini artırır ve okuma iştiyakı uyandırır. Biz TÜRDEB olarak, bu ihtiyacı karşılamak için Türkiye’de ilk defa Dergi Fuarı düzenledik ve çok şükür, bu organizasyon bir gelenek olarak devam ediyor.

Dergiciliğimizin sorunları ile alakalı olarak, pek dile dökülmeyen başka bir meseleyi daha gündeme getireyim sizin aracılığınızla. Bizim ülkemizde bilhassa cemaat dergilerinde ve dahi diğerlerinde de dergicilik ve yayıncılık bir hizmet alanı olarak görüldüğünden, çoğu defa işin ehli olmayan kişilerin elinde kalır. Yani, biz dâhil, kimse bu işin okulunu okumuyor, alaylıyız yani… Belki bazılarımız bu işlerde kendini yetiştirdi ve belirli bir seviyeye geldi diyelim ama çoğunluk, dostlar alışverişte görsün aşamasını geçemiyor maalesef.

Bunun yerine, bilhassa geniş imkânları elinde tutan cemaatler, STK’lar, gençleri sosyal bilimler, iletişim ve İslami ilimler gibi alanlara yönlendirerek burs verseler, ellerinden tutsalar, yetişmelerine katkıda bulunurlar. Veya bizim TÜGVA’da başlattığımız Fikir Akademisi ve Fikirname Dergisi gibi projeler geliştirseler, gençlerin yetişmesine ortam hazırlasalar, ne iyi olur. Fikir adamı alt yapısına sahip birer araştırmacı ve yazar olarak yetişen gençler, ileride birçok alanda dergiler, yayınlar, sosyal medyalar, görsel kanallar işletirler. Bu bizim davamıza, Türkiyemize ve Ümmet’e büyük zaman kazandırır, israfı önler ve başarımızı şansa bırakmış olmayız, diye düşünüyorum.

İslam Dalp-Nihayet

İki temel sorun var, görebildiğim kadarıyla. İlki dağıtım, ikincisi ise insan kaynağı (Son dönemlerde finansman da ciddi bir sorun olmaya başladı, eski rahatlığıyla dergi bastırmak zorlaştı). Bugün yurt sathında yayın yapan bütün dergiler Turkuaz Dağıtım’ın eline bakmak durumunda. Alternatif olarak İstanbul’daki ve Anadolu’daki bağımsız kitapçılarla tek tek çalışabilirsiniz -kaç derginin bunu yapmaya takati var, doğrusu bilemiyorum-.

Yetişmiş insan meselesi zannediyorum her sektörde var ancak dergicilik veya genel olarak yayıncılık söz konusu olduğunda sorumluluk kadar inisiyatif almayı da bilen, hevesini her daim diri tutabilen iyi bir ekip, zor bulunan bir şey. Unutmamak gerek: bir dergiyi diri tutan en önemli şey tutkudur. Yaptığı işi seven, belki de onunla yatıp kalkan, zihninin bir köşesinde sürekli “Acaba bu nedir?” diye sorarak bunun peşini bırakmayan, hazır cevaplar ve var olan bilgilerle yetinmeyen editöre ciddi anlamda ihtiyaç var.

Belki burada ek bir başlık olarak dergilerin çeşitliliği sorununu masaya yatırmak gerekiyor. Her birinin kapağındaki ayrı ayrı dergi isimlerini görmezden gelerek önünüze aldığınızda, acaba kaç tanesi farklı seslere sahip, sayfalarında başka başka isimlere yer veren yayınlar? Kaçı kendisine has özel bir kurgu ve derginin içeriğini kuşatacak bir tasarımla çıkıyor? Bu mesele henüz tam olarak irdelenmemiş bir başlık olarak ortada duruyor. Eleştirmeye kolaya kaçmadan, yol gösterme ilkesini gözeterek buradan başlayabiliriz.

Furkan Çalışkan-İtibar

Aslında dergi yayıncılığı bütünüyle sorunlardan oluşur. Bütün bu sorunlar ve çözüm için sarf edilen efor toplamda o derginin karakterini oluşturan yolun kendisi haline gelir. Dergileri insanlar gibi düşünmek lazım. Hayatın karşınıza çıkardığı sorunlara getirdiğiniz çözümler ve tercihleriniz sizin kim olduğunuzu belirler. Dergiler için de böyledir.

Devlet yeterince destek oluyor mu?

İslam Dalp-Nihayet

Kendi imkânlarıyla, 1000 bandında çıkan dergileri düşündüğünüzde Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’nün her yıl yaptığı dergi alımları büyük bir önem taşıyor. Satın alınan dergilerin seçilmesini ayrıca tartışabiliriz ama daha ciddi bir sorun abone olunan adetler. Son dönemde çok sayıda kütüphanenin açıldığı haberini duymamıza karşın, müdürlük adetleri neredeyse yarıya düşürdü. Bunun mantıklı bir izahı var mı, merak ediyor insan doğrusu. “Yeterli değil” diyerek meselenin içinden sıyrılabiliriz belki ancak dergi çıkartanların da sırtını tek başına devlete dayaması kabul edilebilir değil. Nihayetinde derginin varlık sebebi okurdur. Bu konuda topu taca atma pahasına sorumluluğu okura yükleyerek, “Okurun desteği yeterli mi?” diye sormak gerekiyor.

Furkan Çalışkan-İtibar

Hayır. Olmasına da gerek olduğunu düşünmüyorum. Kütüphanelerin dergi alımı da bir destek değil karşılıklı bir etkileşimdir. Genellikle dergilerin zararına ya da pek az faydasına olan bir alış-veriş bu. Herhangi bir abonelikten farklı değil. Muhatabına ulaşmasının bir başka yolu. Bunun dışında da dergilerin devletle münasebeti elzem değil.  Bunu dergilerin bir sorunu ya da talebi olarak gündeme almayı da doğru bulmuyorum.

Bülent Parlak-İzdiham

Devletten destek istemiyorum ki destek olsun. Edebiyat ile devletin bir arada olması yazıya ihanettir. Fikrin gelişmesi için iktidar olan ne varsa hepsine uzak durmalısınız. Bunu teknik bir soru kabul edecek olursam sanırım Kültür Bakanlığı kendine yakışmayan bir şekilde bürokratik sorunları da dahil ederek dergilerden alım yapıyor. Ben bugüne kadar hiç müracaat etmedim. Etmeyi de düşünmüyorum. Okuyucularımıza güzel dergiler sunarsak onların bizi yalnız bırakmayacağını düşünüyorum.  Biraz da nasip.

Mustafa Akar-Lacivert

Devlet illa ki dergilere destek olmalı mı, bundan emin değilim. Kültür Bakanlığı kütüphaneler için dergi alımı yapıyor. Bence bu oldukça önemli bir katkı. Belki bir adım daha atılıp, kütüphanelere alınan o dergilerin çok daha görünür yerlere konulmaları konuşulabilir. Çünkü bakanlığın aldığı dergilerin nerelere gittiği, gittiği yerlerde okunup okunmadığını bilmiyorum.

DIŞARIDAN GELEN BİR DESTEKLE YAŞIYORSA SADECE, BELKİ DE YAŞAMAMALI, ÖLMESİ EN HAYIRLISI

Yusuf Genç-Cins

Yeterince mi değil mi bilmiyorum ancak asıl soruyu şöyle soralım; devlet destek olmalı mı? Dikkat edilecek husus bence şu; dışarıdan gelen bir destekle yaşıyorsa sadece, belki de yaşamamalı, ölmesi en hayırlısı. Buradan itibaren cevaplarsak sağlıklı olur sanırım. İlki, kütüphaneler. Bakanlık, özellikle genç arkadaşların kendi imkânlarıyla çıkardıkları dergilere destek olmalı evet. Medya organlarının ya da kurumların çıkardıkları dergileri almasın tamam ama hususen edebiyat dergilerini, genel olarak da ekip dergilerini, kütüphanelere makul miktarda alarak destek olabilir, kısmen oluyor da. Daha çok olmalı. İkincisi de dağıtım. Sene olmuş 2019, bir dergiyi okura ulaştırmanın maliyeti, derginin kendisinden yüksek olmamalı. Sıfıra indirmeyi talep edebiliriz. Etmeliyiz.

Müstakim Haksal-Yedi İklim

Devlet derken bu tür faaliyetler için destek olabilecek kurum, Turizm ve Kültür Bakanlığı’dır. Turizmi bilerek öne çektik çünkü Kültür Bakanlığı göreceli. Var ile yok arasında. Kültür daha çok turizmin gelirleri veya dünya kamuoyuna bir pazarlama aracıdır sadece.

Olmayan Kültür Bakanlığı, olmayan kültür, sadece isimden ibaret. Dergiler, bir milletin ana  ve can damarlarıdır. Yukarıda isimlerini andığımız dergiler olmasaydı, geride neler olurdu düşünelim bir. Büyük Doğu’suz, Diriliş’siz bir Türkiye. Onlara borçlu olunduğu hâlde, ne yazık ki bu ana kaynaklar ve can damarları beslenmiyor. Türkiye’de dokuz yüzü aşkın kütüphane var. Dergi abonelikleri azami beş yüz civarında idi bir önceki yıl. Bu yıl ise kimi dergiler abone edilmedi, abone olan dergilerin alımları yarı yarıya düştü. Yüzde ellinin altında bir alım yapıldı. Bu da sanki ülkenin en büyük giderleri bu dergilermiş gibi. Tasarruf onlar üzerinde yapılıyor.

Murat Açıkgöz-Yarın

Geçtiğimiz yıllarda “GENÇDES” projesiyle kitap ve dergilerin Türk kültür dünyasına kazandırılma çalışması yapıldığını biliyoruz. Zannediyorum bu yıl çeşitli sebeplerden dolayı proje çağrısı yapılmadı. Kültür Bakanlığı’nın kütüphaneler marifetiyle dergi alımı yapması, kısıtlı imkânlarla yayın hayatını sürdüren kalem ve yük erbabını bir nebze olsun rahatlatıyor.

Salih Yüzgenç-Genç

Devlet destek oluyor kesinlikle, ancak devletten destek beklemeyi hiç doğru bulmuyorum. Devlet zaten kitap ve dergilerden KDV’yi sıfırladı, Kültür Bakanlığı da kütüphaneler için yüzlerce dergiden alım yapıyor, ayrıca belediyelerin de çeşitli destekleri oluyor, tamam; peki biz devletten sürekli destek bekleyerek, otomatik bir bağımlılık oluşturmuş olmuyor muyuz?

Dergicilik özgün bir iştir. Derdin varsa dergin de olur. Bu dert seni dergiyle, dergiden okurla, okurdan da kalplerle buluşturur. Bunun için bu derde gönül veren derttaşlar bulmalı; desteği onlardan beklemeliyiz. Böyle yaparsak eleştirmeye de konuşmaya da yeterince hakkımız olur.

Süleyman Karakaş-Fikirname

Devletimiz, elbette Kültür Bakanlığı’nın desteği ile kütüphaneler için satın alınan dergiler vasıtası ile destek oluyor. Tabi eli kolu buralara kadar uzanabilen dergiler için bu geçerli! Öyle genel manada dergilere herhangi bir destek ortalıkta görünmüyor maalesef. Hâlbuki kendi kültür ve medeniyetimizi diriltmek açısından; ilim, teknik, kültür ve sanat gibi alanlarda ciddi eksiklerimiz var, ülke olarak son derece cılız çabalar içindeyiz. Yine sabık bir Belediye Kültür Müdürü olarak söylüyorum, yerli ve milli olduğunu ifade eden Hükumetimiz ve birçok Belediyelerimiz var. Fakat hala büyük oranda Batı tarzı kültür ve sanat alanları fonlanıyor. Elbette bunlar da sürsün ama bizim milli ve manevi değerlerimizi ortaya koyacak bir kültür ortamı nasıl yeşerecek? Bir iki kıytırık kurs falan açarak kalıcı bir medeniyet hamlesi yapılabilir mi? Sürekli tribünlere oynamaktan bıkmadık mı artık? Tarihi kökenleri itibari ile ilim, kültür ve sanat sahalarındaki müktesebatımızı ilmen tespit edip ortaya koyacak enstitülerimiz, araştırma projelerimiz, müzelerimiz vesaire nerede?

Evet, gördüğünüz gibi kanayan yaramıza parmak bastınız, biz de feryat ettik. İnşaallah, bir duyan gören olur da bir şeyler yapılır. Gelecek, eğer bugünden planlanır ve çalışılırsa başarılarla dolu olabilir. Sadece iyi temenniler ve gündelik geçiştirmelerle bir yere varılamaz.

 

Okur sorunu var mı? Okur ne kadar sorumlu? Nasıl bir okurunuz var?

OKUR, KENDİSİNE RAĞMEN YİNE DE KENDİSİ İÇİN SENİ ALMAYA YÖNELECEK BİR İÇERİKLE KARŞILAŞMALI

Yusuf Genç-Cins

Muğlak bir kitle olarak okur bence hem mazur hem de masumdur. Dergi konusunda okurun bir sorumluluğu yok yani. Okuruna her ay seni almak zorunda bırakacak bir içerik ve dil üretirsen gelip seni alır. Üretemezsen almaz. Bu kadar basit. Burada, okura hizalanmaktan söz etmiyorum. Okur, kendisine rağmen yine de kendisi için seni almaya yönelecek bir içerikle karşılaşmalı. Başarmamız gereken şey bu. Dünya görüşü ya da estetik duyuş, hiç fark etmez. Kendimizden yola çıkalım, kendi dünya görüşümüzle örtüşmeyen ama ‘iyi’ olan bir şeyi satın almadık mı hiç? Aldık, alıyoruz da. Bunun açık örnekleri dün de vardı, bugün de var. Sen ‘iyi’ bir şey ortaya koyarsan eğer, ‘iyi’ bir şeyin peşindeki okur –kim olursa olsun- bugün olmasa bile yarın muhakkak gelip seni bulur. Cins’in okuruna bakan tarafını da kısaca şöyle söylemek gerekir; gerçekten harika bir okurumuz var. Hem övgülerinde hem eleştirilerinde kendilerinden devamlı bir şeyler öğrendiğimiz bir okur. Kalbinizden çıkan sözü, kalbiyle anlayan okuru Allah herkese nasip etsin. Bu açıdan keyfimiz yerinde doğrusu.

Müstakim Haksal-Yedi İklim

Okur sorunu da apayrı. 83 milyon nüfuslu bir ülkede dergilerin baskı adetleri bin beş yüz civarında. 310 üniversitesi olan, bu üniversitelerin edebiyat ve eğitim fakülteleri, sosyal ağırlıklı fakülteler, ilahiyat fakülteleri var. Bunların on binleri aşan akademisyenleri, öğrencileri, mezunları, liseleri vs. ne kadar gülünç değil mi? 1980’li yıllarda dergilerin baskı adedi 5 bin ve üzeri idi ve dergiler tükeniyordu. Şiir kitapları 5 bin adet basılıyordu ve tükeniyordu. Şimdi şiir kitaplarının baskı adetleri bin ila beş yüz arasında. Gerisini varın siz düşünün.

Murat Açıkgöz-Yarın

Okurun her dergiyi bilmesi, takip etmesinin imkânı yok. Bilmediğinden sorumlu tutmakla vebal altına sokamayız. Okuru sorumlu tutmaktan ziyade hedef kitleyi iyi belirlememiz gerekiyor. Hedef kitleyi doğru seçtikten sonra okura bir şekilde ulaşıyorsunuz. Yarın Dergisi okuyucusunun “edebiyat ve sanatı” her şubesinden takip eden okuyucular olduğunu ifade edebilirim. Spesifik tanımlama yapmak gerekirse; “Bu topraklara, medeniyetimize, milletimize ve dertlerine dâir sözler söyleyen fertler tarafından özellikle takip ediliyor.”

Bülent Parlak-İzdiham

Her yaştan ve her gruptan okurumuz var. Okurlarımız ile dost olduk. Sorumlulukları yok ama gerçekten sahip çıkıyorlar İzdiham’a.

Mustafa Akar-Lacivert

Kendi sorumluluklarımızı okura yüklemenin bir anlamı yok. Türkiye’de her zaman dergi okuru olmuştur. Çünkü Türkiye’nin dergileri gibi okurları da iddialıdır. Bizde böyle bir kitle var. Ben buna “acemi okur” diyorum ama buradaki acemiliği küçümsemek anlamında kullanmıyorum. “Profesyonel okurluk” yavaş yavaş yayılıyor. Bu okur meseleye çok teknik bakar. Bana göre tehlikelidir de. Bizim peşinde olduğumuz acemi okurdur.  Okuduğu dergiyi sahiplenen, ona kızan, onu seven okur. Ama ne zaman dergiler, logolarını çıkartma olarak verip sağa sola yapıştırmaya başladılar, işte o zaman tehlikeye girdiler. Acemi okur, derginin sadece kendisi için yazıldığını düşünür oysa.

ÜLKEMİZDE OKUMAYA DAİR BİR DERT VAR; BİZE DÜŞEN DE BU DERDİ AÇMAK, GENİŞLETMEK VE BAŞKA MECRALARA AKTARMAK

Salih Yüzgenç-Genç

En başta okumaya bir dert ve problem olarak bakmak gerekiyor. Kitap, dergi okumak bir alışkanlık mıdır? Asla değildir… Okumak için bir derdin, gayen olur ve buna cevap ararsın. İçindeki bir boşluğu doldurursun. Maalesef bestseller kitaplardan da anlayacağımız gibi tüm dünyada bu dertten ziyade kolay anlaşılan, üzerinde düşünme gereksinimi olmayan ve dolgu malzemesi çalışmalar rağbet görüyor. Çünkü “okumalısın!” ifadesi çok fazla dikte ediliyor ve bunu çözmek için de insanlar önüne geleni, kolay anlayabileceği yazıları okumak istiyor.

Yönlendirmeler çok önemli. Bu anlamda kitap okuma kritikleri, dergi tahlilleri gibi programların son yıllarda artması; birçok gencin buna ilgi duyması çok sevindirici. Demek ki ülkemizde okumaya dair bir dert var; bize düşen de bu derdi açmak, genişletmek ve başka mecralara aktarmak… Özellikle bizim gibi gençlik dergisi formatında yayın hayatını sürdüren dergilerin güncel ve aktüeldeki konuları ele alması, gençlerle birebir temas kurması ve hatta onlara dergilerde alan açması gerekiyor. GENÇ Dergisi 13 yıldır bunu yaparak onlarca genç yazarın bu piyasaya katılmasına, bir mektep oluşturarak vesile olmuştur. Bu anlamda gönlümüz ferah.

Süleyman Karakaş-Fikirname

Evet, kalitenin düştüğü yerde tabii olarak okur sorunu vardır. Aslına bakarsanız, son yıllarda bir miktar mesafe kat etsek de kaliteli takipçi sorunu birçok mecrada karşımıza çıkıyor. Bir toplumda kültür seviyesi ne kadar yükselirse, o topluma hitap eden kültür ürünlerinin de kalitesi yükselmek zorundadır. Fakat o da ne! Bizim toplumumuz hiç de gönüllü değil bu konuda… Meraklı, araştıran, şuur ve tecrübesini artırmaya çalışan, okur, izleyici, vs. oranı hayli düşük. Bazı pespaye dizilerin milyonlarca izleyici bulmasını başka ne ile izah edebilirsiniz? Bu genel havanın dışında, son senelerde ciddi meraklı, az çok okuyan bir kesim de oluşmaya başladı. Kitap fuarlarına gösterilen yoğun alaka, basılan kitap çeşitliliğinin artması vs. bunun göstergelerinden.

İslam Dalp-Nihayet

Okur sorunu dağıtım sorunuyla ilişkili biraz da. Size ulaşmak isteyen ama bayide derginizi bulamayan okur, nasıl bir destek verebilir? Geçenlerde İsmail Kara ile konuşmalarımızdan birinde, Turgut Cansever’in söylediği bir sözü aktarmıştı: “Türkiye’de sanatkârın en büyük sorunu, bir iş ortaya koyduktan sonra bir de onun hakkında, yaptığı şeyi açıklayacak şeyler söylemesi zorunluluğudur.” Zannediyorum Türkiye şartlarında durum henüz değişmiş değil. Yaptığınız işte orijinallik gözeterek kılı kırk yararsınız ama görülmesi için bir de ayrıca yaptığınız şeyin reklamını yapmanız gerekir. Her dergi açısından durum böyledir, diyerek genel bir tablo çizmek istemem ancak sadece boş zaman ilkesini gözeterek bayiden derginizi edinen bir okur, yaptığınız şeyi kritik ederken ister istemez yanlış kanaatlere varacaktır.

Oğuz Atay gibi bir yakınmanın içine girmek doğru olmaz yine de. Belki doğru olan “sorumlu” ile “okur” kelimelerinin daha nadir bir araya geldiği. Bir örnek olarak, Türkiye’deki dini cemaatlerin dergilerinin abone sayılarına, buna karşın bayi satışlarına bir göz attığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. En son Arka Kapak dergisi kapanırken Mehmet Ali Çalışkan bir çağrı yapmıştı, sevdiğiniz veya okumaktan keyif aldığınız dergilere destek olmanın en iyi yolu satın almaktır.

Nihayet dergisi, Ahmet Murat yönetiminde çıkmaya başladıktan sonra hedef kitlesini biraz daha farklılaştırdı diyebiliriz. Sorunuzu “Nasıl bir okura sahip olmak istiyorsunuz?” diye anlamak gerektiğini düşünüyorum. Hâlihazırda sürdürmekte olduğumuz dergicilik biçiminde belirli bir okur kitlesini hedefliyoruz çünkü biz. Büyük oranda şehirli, ciddi anlamda okur yazar, yayın piyasasını ciddi bir biçimde takip eden, akademik ilgilere sahip, birkaç dergiyi takip eden meraklı bir okur. Derginin satış rakamlarına baktığımızda bu niteliklere sahip ne kadar çok insan olduğunu görünce her seferinde şaşırıyoruz, umarım sayıları daha da artar.

OKUR, BİR SORUNSALIN İÇİNDE DEĞİLDİR

Furkan Çalışkan-İtibar

Okur sorunu tanımlaması ortada bir dergi olmadığını gösterir. Çünkü gerekçesiz ve muhatapsız dergi olmaz. Bu yüzden okur bir sorunsalın içinde değildir. Muhatap olarak beğeni ya da eleştiri mekanizması şeklinde derginin bir parçasıdır. Bu olmuyorsa eğer o dergi, çıkaranların hobisi olmaktan öteye geçemez. Bu da okurun sorunu değildir.

 

 

 

Dergiciliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yeni medya nasıl etkileyecek?

Bülent Parlak-İzdiham

Dergicilik devam edecek. Söz ve imge bitmedikçe ne şiir, ne edebiyat, ne dergiler, ne de sanatın hiçbir alanı hayatına son verir. Oyalanırken mızmızlanmaya gerek yok.

YENİ MEDYA, DERGİLERE DUYULAN İHTİYACI DAHA DA ARTIRACAK

Mustafa Akar-Lacivert

Dergiler azalabilir, boyut değiştirebilir ama kesinlikle ölmez. Dergi de tıpkı kitap gibi bir kere icat edildi mi, artık başka bir şekle dönüştürülemez. Dijital hayat, yeni medya dergilere sadece içerik kazandırabilir. Ki gördük ki, blogger’lar, dijital dergiler dergi yayıncılığını öldürmedi hatta giderek dergilere duyulan ihtiyacı daha da artırdı. Bu anlamda yeni medya dergilere duyulan ihtiyacı daha da artıracak. Belki imkânların pahalılaşması dolayısıyla dergilerin sayısı azalacak, ama bu azalma da niteliği artırır. Bir de tabii bizde dergi editörü denen kişi sayısı azalıyor. Dergi editörleri aynı zamanda başka işler de yapıyorlar. Asıl işi dergicilik olan insan sayısı azalıyor. Bence asıl tehlike bu.

Yusuf Genç-Cins

Hâkim kabullerin aksine ‘geleneksel medya’ dediğimiz şey ölmeyecek. ‘Yeni medya’ olmaksızın var olamayacak belki ama ölmeyecek. Zaten doğrusu da bu… Kâğıda hürmet edelim ama kutsallaştırmayalım diğer taraftan. Asıl olan, üretilen ‘teklif’ çünkü. Periyodu ve çerçevesi itibariyle büyüleyici de olsa dergi bir araç. O teklifi nasıl ve ne şekilde olursa olsun okura ulaştırmak ana gaye. Araç değişecektir elbette. Cins’in Türkiye’deki dergiciliğe yaptığını gözlemlediğimiz katkılardan birini anabiliriz burada. Derginin duyuru ve tanıtımı için her sayıya özel video filmler hazırladık mesela. İlk sayımızdan itibaren… Ama klasik reklam videoları değildi bunlar. İçinde ‘içerik’ taşıyan mesajlardı. Şimdi görüyoruz ki pek çok dergi de bunu yapmaya başladı. Bu iyi bir şey.

Müstakim Haksal-Yedi İklim

Yeni dönem medyası reklam ve görsellik üzerine. Birilerinin tanıtımı için kullanılan araçlar. Gazete ve dergilerin düşünce alanları yani idealleri olmayınca ne olacağını birlikte düşünelim. Gazetecilik artık bitmiş. Magazin ve spor gazeteciliği ağırlıkta. Artık onların da giderek sınırları daralıyor. Toplu aşıma araçlarında insanların ellerinde gazete ve kitap yerine tabletler, cep telefonları var. Hayat artık bir başka alana doğru evriliyor. Kültürsüzlük ve düşüncesizlik yeni hayat tarzı.

KONVANSİYONEL MEDYA ÖLÜYOR EVET AMA DERGİLER BUNUN BİR PARÇASI DEĞİL ZATEN

Furkan Çalışkan-İtibar

Dijital medya, sosyal platformlar matbu dergiciliğin alternatifi olarak görüldü bir dönem. Zaman bize bunun böyle olmadığını, bütün bu mecraların dergilerin tanıtım ve ifade aracı haline geldiğini ispatladı. Konvansiyonel medya ölüyor evet ama dergiler bunun bir parçası değil zaten.

Murat Açıkgöz-Yarın

Yeni medyanın henüz dergi ve kitap okuru ile yayıncısını doğrudan etkilediğini söyleyemeyiz. Türk okuyucusu henüz hazır değil. Masrafların artmasıyla sayfa kalitesinden ve dergi boyutundan taviz verildiğine şahit oluyoruz. Belki maliyetler katlanılmaz hale gelirse, finansörlerin reklam kısmından el ayağı çekilirse şartların yeni medya lehine dönüştüğüne şahit olabiliriz. Şu an tanıklık ettiğimiz ve yakın gelecek gördüğümüz, kitap ve dergi yayıncıları için henüz erken olduğudur. Daha çok yazılı medyanın bu durumdan etkilendiği, yalnızca ülkemizde değil, dünyanın saygın ve köklü gazetelerinin bir bir kapandığını biliyoruz. Yeni medya daha çok görsel ve yazılı –kitap ve dergiler dışında- Türk basınını tehdit ediyor.

ZAMAN, SÜREÇ NE KADAR DEĞİŞSE DE SİZ DERDİNİZİ HAYKIRMAK İSTEDİKTEN SONRA MUHAKKAK KENDİNİZE BİR ZEMİN BULURSUNUZ

Salih Yüzgenç-Genç

Bu soru üzerine makale, hatta tez yazılır 🙂 Kısaca cevap vereceğim: Dergicilik bence hiç bitmeyecek, kağıda, mürekkebe, baskıya değer veren insanlar hep vâr olacak. Ama bir şekil değiştirme, dönüşme olması muhakkak. Buna ayak uydurmalı ve çağın gereksinimlerine cevap verecek arayışlar oluşturmalıyız.

Yeni medya dediniz; yani sosyal medya, mobil etkileşimler… Bunları dergilerle akredite edebilir miyiz, mesela bir derginin mobil uygulaması neden olmalı, internet sitesinde tüm dergi içeriği mevcut mu, okurlarla sosyal medya üzerinden etkileşim kuruyor muyuz, birçok soru ekleyebiliriz. Dedim ya, mesele sizin derdinizin olması. Zaman, süreç ne kadar değişse de siz bu derdinizi haykırmak istedikten sonra muhakkak kendinize bir zemin bulursunuz; bulamazsanız da bizzat kendiniz oluşturursunuz.

Süleyman Karakaş-Fikirname

Sosyal ve görsel medyanın ortalığı kasıp kavurması elbette büyük bir meydan okuma, bunun karşısında geleneksel mecralara sığınarak ayakta kalmak mümkün görünmüyor. Ama ben biraz da “klasik güzeldir” fikrindeyim âcizane.

Bir yandan eskiyi bir şekilde yaşatarak güncellemeli, bir yandan da yeni mecralara yer vermeliyiz yayıncılıkta. Batılı manada popüler kültür, pek de bizim dünya görüşümüze uymuyor zira. Çünkü bir kültür formu aynı zamanda bir zevki, özel bir hassasiyeti de beraberinde taşır. Kitabın sayfalarını çevirdikçe duyulan heyecanı, dijital ekran karşısında duyamayışımızdan anlıyorum bunu.

Düşüncelerimi ifade imkânı verdiğiniz için teşekkür ederim.

İslam Dalp-Nihayet

Dergicilik hangi mecrada sürerse sürsün, ortalıktan kaybolmayacaktır diye düşünüyorum. Zaman içinde biçim değiştirebilir, teknolojinin imkânlarından faydalanarak farklılaşabilir. Buna biraz da kaçınılmaz olarak bakıyorum. Mesele, değişimi tetikleyecek unsurların hangi cepheden gelip hangi hızda dijitalleşmeye doğru sürükleyeceği. İlk atak dergileri ayakta tutan reklam verenlerden gelmeye başladı bile. Artık basılı medyadan yeni medyaya doğru bir tercih gözlemleniyor. Dergiciler bu talebe kaçınılmaz olarak kulak vermeye başlayacaktır zaman içinde. Burada beni meraklandıran mesele, yeni medyanın nasıl bir dergicilik ortaya çıkartacağı. Daha önce basılı olarak düşündüğünüz bir dergiyi dijital ortama aktarma ile gerçekleşecekse, başarılı olamaz zannediyorum. YouTube dergiciliği mümkün mü acaba? Ya da özelleştirilmiş bir blog tasarımı üzerinden yayımlanan bir dergi ne kadar makbul olur? Bunlar üzerine kafa yormak eğlenceli olsa da zihninizde tasarladığınız gibi bir ürünü ortaya çıkartmak için gerekli sermayeye sahip olabilecek misiniz? Şöyle düşünün, tipo baskı döneminde tasarımcı diye birine gerek yoktu, matbaadaki dizgici aynı zamanda bu işi üstlenebiliyordu. Yeni medyada dergiciliğe soyunurken dergi kadrosunda editör dışında kimlerin istihdam edilmesi gerekecek? Kameraman, fotoğrafçı, kurgucu, görsel yönetmen mi? Sorular hâlen irdelenmeyi bekliyor.

Hazır yeri gelmişken vaktinden hayli erken doğmuş özel bir dergiyi anmak lazım. İlgililer Hurda Sanat’ı hatırlayacaktır sanırım. Multimedya ve yazılım imkânlarını zorlayan, çok boyutlu düşünmeye sevk eden ilginç bir örnekti bu. Bir süre sonra böyle dergiler görüp,  varlıklarına alışacak mıyız acaba?

 

Etiket /