Yazarlar

Yadigar-i İslam: Selam

Telefonuma kıymetli Kemal Sayar’ın mesajı düştü;

“Sana çok özel bir yazı gönderiyorum, bir arkadaşımız arşivden bulup çıkardı. Mahir İz hocanın bu yazısından Sadettin hoca bahsetmişti ama internette yoktu, arşivden bir arkadaşımız buldu. Sadettin hoca radyo programında bahsetti o günden beri onlarca kişi sordu.”

Kendisine çok teşekkür ederek cevaben dedim ki,

“sürpriz, özel bir hikayeye benziyor, elbette, memnuniyetle yayınlamak isteriz”

Sonra, Kemal hocadan, bugüne dek yazılarını ilettiği mail adresime bu sürpriz mektupla birlikte bir mesaj daha düştü.

“Sayın Kemal Sayar hocam,

Şimdi Sadettin Ökten hoca ile 2 Mart tarihinde yayınlanan podcastinizi dinliyorum. Dinleyicilerin Mahir İz’ in Selam ile ilgili makalesini bulamadıklarını söylediniz. İlgili makale Eylül 1967’de yayınlanan  İslam Düşüncesi dergisi 3. Sayı sayfa 131 de yer almaktadır.”

Mahir İz üstadın “Selamı” meğer, yıllar yıllar sonra böylesi güzel bir tevafukla herbirimizin nasibi nisbetince bizlere ulaşması için de yazılmış.

Bu aziz “selamı” keşfeden ve yazıya döken Sümeyra Uzun hanımefendi’ye emeği ve rikkati için müteşekkiriz.

İz’i silinmeyen tüm öncülere ve Mahir İz’e rahmet ve minnetle, iyi okumalar ve dahî “SELAMLAR”.

İsmail Halis

İslam dini iman ve amel-i salih’ten ibarettir. Malum olduğu üzere iman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye, Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Hz. Muhammed (S.A.V)’in Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna inanmaktan ibarettir.

Bu iman, tafsilen yani etraflı olarak bilinmezse, icmalen, hülasa olarak bilinmesi imanın zaruretidir.

Amel-i salihe gelince, Her mümin bütün hayatınca işleyeceği düşünülen ve adına “ef’al-i mükellefin” denilen ve yapılıp, yapılmamasına nazaran iki kısma ayrılan sekiz halden ibarettir. Bunlardan farz, vacip, sünnet, müstehab, mubah; yapılması zaruri ve tabi olanıdır. Geri kalan üçü ise haram, mekruh ve müfsiddir ki, bir müminin yapmaması lazım gelen fiillerdir.

İşte amel-i salih, yapılması gereken ve yapıp yapmamakta müminin serbest olduğu bu beş fiilin efdalini ve en müreccahını aramak ve işlemektir. Yapılmaması gereken diğer üçünden de sakınmak, hükmen amel-i salih değerindedir.

Kitaplar ne kadar etraflı yazılsa, yine mücmel metinler halindedir. Bütün ef’ali, mahiyetine göre prensiplere irca etmek suretiyle amel-i salihi her kısımda bulmak mümkün olabilir.

İşte beşerin ruhuyla beraber yürüyen ve inandığı müddetçe ondan ayrılmayan ef’al-i mükellefin hayattaki tatbikatında amel-i salihi aramak takvadır. Takva; evvelce de tarif ettiğimiz gibi her işte Hakk’ın rızasını aramaktır. Dinde gaye-i kemal amel-i salihe ulaşmaktır. Ancak amel-i salih ile mertebe-i ebrara vasıl olmak mümkündür. Ahyar-ı ümmet de yine amel-i salih erbabı arasından çıkar. Yani Allah’ın en sevgili kulu, her işte amel-i salihi arayıp bulandır.

Amel-i salih, bir fi’l-i sabit değildir. Mevsime ve şahsa göre değişebilir. Evvelce de arz ettiğimiz gibi herhangi bir hayrın, birr ve ihsanın bir amel-i salih olabilmesi için mutlaka o fiilin başkasına faydası dokunmalıdır. Cennetteki köşkler de tıpkı dünyada olduğu gibi, iyi amele, iyi usta, iyi kalfalarla kemalini bulur. Ahiret köşklerinin işçisi de “muhtacin-i amel”dir. Yardıma müstahak olanlara, ihtiyaç sahiplerine yapılacak yardımlarla cennetteki köşkler semaya yükselir. Yani en çok yardıma ihtiyacı olan salih, en iyi cennet amelesidir. Yoksa yalnız kendini düşünen birinci sınıf manevi mimar, projesini bizzat tatbik etmek istese, ömrünün sonuna kadar ancak bir gecekondu vücuda getirebilir. Onun da hesabını verip cennet kapısından sokabilirse ne mutlu!

Bir mümin savm-ı dehir, yani ömür orucu tutarak seccadeden kalkmasa, cebindeki parası ile nefsini körletse, kafasındaki bilgisinden başkasını faydalandırmasa, kolunun gücü, bacaklarının hareketini ancak kendi işinde kullansa zavallı gafil sofu Hakk’ın verdiği bu nimetlerin şükrünü eda etmediği için hiçbir zaman mesuliyetten kurtulamayacaktır.

Bizim mevzumuzun başlığı selamdır. Selamı etraflıca tahlil edelim. Başkasına; bir ferde veya cemaate ilk hitap, selamdır. Önce selam, sonra kelam derler. Selam’ın manası nedir?

Bir selamda iki hüküm vardır. Biri –benden size zarar gelmez- demektir ki, bu emniyet, itimal ve muhabbete vesiledir. İkinci hüküm; temenni ve duadır ki “size başkasından zarar gelmesin” demektir. Bu suretle söz kapısı emniyetle açılır ve karşılıklı kalp kuvveti hasıl olur.

Selamda amel-i salihin ne suretle tecelli edeceğini izahdan evvel, selamın mahiyeti üzerine duralım.

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerif’inde buyurmuştur ki:

(Selam vermek mergub ve makbul bir amel, selamı iade etmek ise vacib bir borçtur.) Acaba neden “redd-i selam” yani selamı karşılamak daha ehemmiyetli görülmüştür? Çünkü vahy-i illah ile insanlara hakayıkı tebliğa memur olan Hatemu’l Enbiya Efendimiz tabiatıyla en büyük ruhiyatçı idi. Verilen selam alınmazsa en hafifinden kalp kırılır, muhatabın aldığı terbiyeye göre münakaşa, mücadele ve dövüşmeye kadar yol açacak bir fitneye sebep olur. İşte bunu önlemek için verilen selamı almak vaciptir.

İslam’da selamlaşmak din sosyolojisinin temeli, din psikolojisinin de ana hattıdır. Bir toplulukta, ikinci şahısla veya cemaatle ilk münasebet selamla kurulur. Bu itibarla ictimai ilmin temeli sayılır. Gönül almanın da ilk ve tabi adımı dolayısıyla da ahval-i ruh ilminin temel prensibi addolunur. Selam, bir toplulukta aşinalık vesilesidir, tanışma onunla başlar. Maksat fertler arasındaki yakınlığı temin etmektir. İki Müslüman birbirini gördüğü zaman, dinleri ve milliyetleri ayrı iki gibi karşılıklı lakayd kalmasınlar. Hadis-i Şerif’te;

(Müminler bir evin duvarı gibidir, birbirlerini takviye ederler, ayakta durmasına vesile olurlar) buyurulmuştur. Maddi, manevi yapılacak bu takviye ile binay-ı İslam her türlü sarsıntıdan kurtulur. Bunun için de muarefe gerektir, o da selamla mümkündür. Görünüyor ki, cemiyetin temeli selamla kuruluyor.

Her milletin kendi dili ve adeti iktizası birbiriyle kendi an’aneleri üzre selamlaşırlar. Müslüman milletler de böyledir. Arap’ın, Türk’ün, Hintli’nin, İranlı’nın ve dünyada mevcut bütün Müslüman milletlerin kendi dilleriyle birbirlerine verdikleri selam, Peygamber Efendimizin (birbirinizle selamlaşın) hadis-i şerifinin mazmununa girer. Ayet-i Kerim’e ve hadis-i şerife, tefsir ve şerhlerine, mazmun ve medlullerine iyi dikkat edilmezse hataya düşmüş olur.

Mesela “aranızda selamı yayınız” mealindeki hadis-i şerife dikkat edecek olursa, karşısındakinin sende olduğunu bilmedikçe, Müslümanlara mahsus selamı ona vermek doğru olmaz. Sokakta rastgeldiğine “selamünaleyküm” demek doğru değildir. Selam adamına göre verilir. Çocuğa “nasılsın oğlum”, kendi yaşındakine “iyisiniz inşallah efendim”, büyüklere mukabele olarak “hürmet ederim efendim”, çarşıdaki esnafa “pazar ola hemşerim”, balık tutana “rastgele kardeşlik”, yemek yiyene “bereketli olsun” demek hep selam manasına gelir. Bütün bunlar muhataba aşinalık ve yakınlık göstermektedir.

-Selamünaleyküm- nazm-ı celili, ancak cami saflarında veya camiye girip çıkarken gördüğümüz kimselere, yahut haremeynde hüccara ve Arap ve Müslüman olduğunu bildiğiniz kimselere verilebilir. O, bir emanettir, ehline tevdi edilmek gerektir. Fıkıhta mütebahhir bir müfessir olan merhum Elmalı Hamdi Efendi bir mektubunda “İslam yadigarı selamla söze başlayalım-“ der ki, ne kadar güzel tasvir buyurmuştur. Hakikaten o bir yadigar-i İslam’dır. Araplar bu İslam selamına “Tahiyyetü’l İslam” derler ki Kuran’ı Kerim’de selam hakkındaki ayet-i kerimenin medlulünden ilham alınmıştır.

Müslümanların birbiriyle tanışmasına vesile olan “selam” ayet-i kerimesinde selam manası “tahiyye” kelimesiyle tebliğ ve beyan buyrulmuştur. (Siz herhangi bir selamla karşılaşırsanız, ondan daha iyi bir tarzda mukabele ediniz, yahut aynı kelimeyle iade ediniz) mealindeki ayet-i kerimeden açıkça anlaşıldığına göre selam verip almak mutlaka “selamünaleyküm” kelime-i tayyibesi değildir. Zira muhatap o mübarek cümleye ehil olmaz da cevap veremez veya müzeyyifane yüzüne bakarsa şahsımızda izzet-i İslam’ı rencide etmiş oluruz ki; buna kimsenin hakkı olmadığı gibi, bundan dolayı ayrıca vebale girilmiş olur. Binaenaleyh yukarıda arz ettiğimiz gibi merhaba, günaydın, vakt-i şerifler hayırlı olsun, sabah veya akşam şerifler hayırlı olsun, iyi günler, iyi geceler veya buna benzer halkın selam yerine kullandığı ne varsa hepsi selam manasındadır. Hepsi de ayet-i kerimenin şümulüne girer. Çünkü ayet-i kerime –herhangi bir tahiyye- nazm-ı celili ile keyfiyeti tasrih buyurulmuştır. Muhatabın yüzüne bakmadan kaba bir sesle “selamünaleyküm” demek, selam vermek değildir. Bilakis güler yüzle, muhataba dönüp, tebessümle bir baş eğmek amel-i salihtir. Siret-i nebeviyyeye küçük bir nazar bu hakikati meydana çıkarır.

 

Mahir İz

4 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

  • Bu güzel tesadüfe vesile olmaktan çok mutlu oldum. Daha nice güzelliklere köprü olabilmek duasıyla..

    • Bir güzel tesadüfe daha vesile oldunuz Sümeyra Hanım..
      Yazının sonuna eklediğiniz merhum Mahir İz’e ait cenaze merasiminin başında gözüken gözlüklü, kravatlı, takım elbiseli, yakışıklı heybetli adam rahmetli babam… görünce çok hoş bir sürpriz oldu..46 yıllık fotoğraf.. bizde o güne dair bir bilgi yoktu.. teşekkür ederiz emeğiniz için.. Allah’a emanet olun.

    • Allah razı olsun. Sadettin Ökten ve Kemal Sayar Hocalarımız vesilesiyle duydum, merak ettim sizlerinde vesilenizle buldum.

  • Banada okumak faydalanmak nasip oldu. Emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Güzel cümlelerde, güzel yarınlarda, hayırlı ilimlerde buluşalım inşallah.