Yazarlar

Türkiye’yi dünyanın en iyi saklanan sırrı olmaktan nasıl kurtarırız?

İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay’ın 14. Sanayi Kongresi Açılış Konuşması Amerikalı ünlü ekonomist Jeffrey Sachs’ı 1990’lı yılların başında Türkiye’de bir vesileyle ağırladığımızda kendisine yönelttiğimiz, ”Gelecek nasıl olacak?” sorusuna yanıt olarak, “Dünyayı yüz şirket yönetecek, devlet kavramı değişecek.” demişti. Güvenlik kavramı, devlet-vatandaş ilişkisi, büyük veri, Amazon, Facebook, Google gibi şirketlerin hayatımızdaki yeri derken geldiğimiz noktada […]

İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay’ın 14. Sanayi Kongresi Açılış Konuşması

Amerikalı ünlü ekonomist Jeffrey Sachs’ı 1990’lı yılların başında Türkiye’de bir vesileyle ağırladığımızda kendisine yönelttiğimiz, ”Gelecek nasıl olacak?” sorusuna yanıt olarak, “Dünyayı yüz şirket yönetecek, devlet kavramı değişecek.” demişti. Güvenlik kavramı, devlet-vatandaş ilişkisi, büyük veri, Amazon, Facebook, Google gibi şirketlerin hayatımızdaki yeri derken geldiğimiz noktada Jeffrey Sachs’ın kehaneti gerçekleşti diyebiliriz.

Dünyada ve ülkemizde, bütün paradigmaların hızla değiştiği bu dönemde, biz de iş dünyası olarak bu gelişmelerden payımıza düşeni alıyoruz. Geldiğimiz noktada bizi bugüne getiren alışkanlıklar, iş yapış biçimleri ve yetkinliklerle artık fark yaratan sonuçlara ulaşmanın ve rekabet edebilmenin mümkün olmadığını görüyoruz. Gelinen noktada üretimin, ticaretin ve küreselleşmenin dinamiklerinin ve ekonominin yapısının da radikal biçimde değişmesiyle küresel güç dengesin de yeniden tesis edildiği dönemden geçiyoruz. Tam da bu nedenle küresel boyutta yeni bir işletim sistemine ihtiyacımız var. Küreselleşmeyle birlikte gelen karşılıklı bağımlılık, dijitalleşmeyle artan bir bağlantısallığa dönüşüyor. Hal böyle olunca, ekosistemin tüm ilişkilerinde paydaşlar arasında güven oluşturmak ve bunu sürdürebilmeyi başarmak çok ama çok önem taşıyor. Dünya yeni teknolojilerle sadece kara deliğin fotoğrafını çekmekle kalmıyor. Kişiselleştirilmiş tıbba geçişten eklemeli imalatla uzayda yatırım yapmaya kadar bir takım radikal gelişmenin coşkusunu yaşıyor. Bu uçsuz bucaksız teknolojik ilerlemenin yanı sıra ve hatta zaman zaman da bir sonucu olarak demografik zorluklar, ekonomik çalkantılar, gelir dağılımı eşitsizliği, orta sınıfın küçülmesi, iklim değişikliğinin yadsınamaz etkileri ve otomasyonun getireceği olası iş gücü kaybı tehlikesi küresel ekonomik sisteme olan güveni derinden sarsıyor… İnsanlığın bir tarafta büyük bir ilerleme kaydettiğine şahit olurken diğer tarafta da geleceğimizi tehdit eden gelişmelerle karşı karşıya kalıyoruz. O yüzden deyim yerindeyse, ”Hepimiz şu gün bir tezatlıklar çağında yaşıyoruz.”

Yapılan araştırmalar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gençlerinin kendi ailelerinden daha yüksek bir hayat standardına sahip olacağına dair umutları olmadığını gösteriyor.

İş insanları olarak işimizin ötesinde toplumsal konularda da kafa yormak, fikir üretmek ve iyiye doğru değişimi sağlamak gibi sorumluluğumuz olduğuna da inanıyorum. Artık sahip olanlar ve olmayanlar ayrımının ötesine geçmemiz gereken bir dönemdeyiz. İçinde yaşadığımız tezatlar çağında serbest piyasa ve korumacılık, teknolojik ilerlemeler ve istihdam sağlama problemi, göç ve ulusal kimlik, ekonomik büyüme ve sosyal adalet ikilemlerinin hayatımızın gerçeği olduğunu kabullenip artık böylesi bir dünyada var olabileceğimiz ortak değere hep birlikte odaklanmamız gerekiyor. Geleceğin dünyasında ancak bu şekilde var olabileceğimizi düşünüyorum.

Harvard Business School’dan Ted Levitt’in dediği gibi “Gelecek, imkanlar görünür hale gelmeden onları fark edenlere aittir”. Peki, gelecek Türkiye’nin midir? Neden olmasın? Bunun da yolu Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı tehditleri toplumsal motivasyona dönüştürebilmesi, toplumsal fay hatlarını ortadan kaldırabilmesinden geçiyor.

Bugün dünya dördüncü sanayi devrimi veya dijital dönüşüm sürecinden geçerken biz, bu endüstri devrimini de kaçırmamak için ve zor rekabet koşullarında ayakta kalabilmek için tabiri caizse ‘kediye kanat takmak’ zorundayız. Aynı şeyleri yapmayı devam edip farklı sonuçlar beklemek mümkün değil.

Sanayideki en büyük sorunumuz ortada: Teknoloji açığı. Bu açığı kapatabilmenin tek anahtarı da insan. Önümüzdeki dönemde, sahip olduğumuz en kıymetli kaynak ‘sermaye’ değil, ‘yetenek’ olacak. Beşeri sermayenin en iyi şekilde gelişmesi ve sanayinin geleceğini inşa etmesi için de uygun ekosistemin oluşturulması şart. Hiç şüphesiz, bu ekosistemin temelini iyi bir yatırım ortamı ve iş yapma kolaylığı oluşturuyor. Ancak bunlar tek başına yeterli değil. Böyle bir ortamda, sanayinin ihtiyaç duyduğu yenilikçi fikirlerin gelişmesi ve esas sorunun ‘yetenek’ oluşturma gerçeği gün gibi önümüzde dururken eğitimin de bugünün ve daha da önemlisi yarının ihtiyaçlarına göre dönüşmesi, sürekli öğrenmenin önceliklendirilmesi gerekiyor.

Artık yaratıcılığın alışkanlık olduğu, inovasyonun sürekli ve rutin hale geldiği bir kültür, bir ekosistem oluşturmamız gerekiyor. Dünyada kuralları yeniden tanımlanan sanayinin ülkemizde de güçlü şekilde var olmaya devam edebilmesi için hedefimiz mutlaka ama mutlaka bu iklimi yaratmak olmalı.

Biraz önce de ifade ettiğim gibi yönümüzün nereye gitmesi gerektiği belli. Ancak ülke olarak kolayı seçmeye meyil edip verimliği, teknolojisi düşük sektörlerde ısrarcı olmak ve bunun sonucunda da sanayisizleşmeye varabilecek ciddi bir sorunla da karşı karşıyayız.

İmalat sanayinin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı, 1998’deki yüzde 22.3’lük seviyesinden 2017’de yüzde 17.6’ya gelmiş durumda. Sanayide istihdam edilenlerin oranı da 2008’deki yüzde 22’lik düzeyinden yüzde 19.2’ye inmiş bulunuyor. Bu nedenle bütün gelecek planlarımızı ve gelişimi, havacılık ve savunma sanayisinde yaptığımız gibi, sanayi odak alarak tasarlamak ve girişimcilerimizi de bu yolda yüreklendirmek mecburiyetindeyiz. Bugün bizim gerçeklerimizi tanımlamaya, gereğini yapmaya, yaparken toplumun tüm kesimlerini motive etmeye çok ihtiyacımız var. Kendimize sorular sormalıyız.

Temel avantajımız insanken yetenekleri ortaya çıkarma sıkıntımızı nasıl aşacağız? Steve Jobs, bir göçmenin oğluydu. Google’ın kurucusu Sergey Birin, Rus bir göçmenin çocuğuydu. Tesla’nın kurucusu Elan Musk, Güney Afrikalı bir göçmen. Biz ise içinde bulunduğumuz bu kadim coğrafyada bu kadar farklı kültürü ve yeteneği farklılıklarımızın gücüyle bir potada eritip katma değer yaratabildiğimizi acaba söyleyebilir miyiz? Acaba kaynaklarımız yeterli de kaynakları verimli kullanamama, değişen şartlara ayak uyduramama sorunumuz mu var? Bugün bir Amerikan, bir Alman, bir Fransız, bir Koreli kendi ülkesinin malını gururla satın alırken biz kemikleşmiş aidiyet sorunumuzu nasıl çözeceğiz?

Ekonominin her gün yeniden dengelendiği bir ülkenin girişimcileri olarak bir yandan uluslararası konjonktürün değişen yapısı ve politik belirsizlikleri, diğer yandan rakiplerle rekabet anlamından eksiklerimizi keşfedip yerine koymak, sanayinin yeşermesi için güven ortamını ve en ideal ekosistemi oluşturmayı nasıl başaracağız? Yerel değerlerimizle küresel başarılar elde etmiş ortak gurur sembollerine, Türk Hava Yolları’nın dışında, ne zaman sahip olacağız? Üstelik bu değerlerimiz sanayinin içinden ne zaman çıkacak?

Temel meselemiz şu, Türkiye her gün üzerine koyarak yerli ve evrensel değerleriyle hemen bugün nasıl gelişmiş bir ülke olacak?

Eğer gerçekten gelecekte de büyük ve etkin bir ülke olmak istiyorsak; demokrasiden teknolojiye kadar, bugün açık verdiğimiz bütün alanları hızla iyileştirip, yetenek havuzumuzun tamamından yararlanarak sanayinin merkezinde olduğu bir başarı hikâyesini bir kez daha yazmaya mecburuz.

Türkiye’yi dünyanın en iyi saklanan sırrı olmaktan ancak böyle bir irade ile kurtarırız.

Etiket /