Yazarlar

Sosyal medyada Kudüs’ü kurtarmak!!!

Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.

(Tevbe Suresi 38.Ayet)

“Cihadın en faziletlisi zalim sultanın yanında Ebû Saîd (el-Hudrî) diyor ki, “Resûlullah”ı (sav) şöyle derken işittim: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir.” ”

“Mümin kılıcı ve diliyle cihad eder” (Müsned, III, 456);

“Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin” (Müsned, III, 124; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 17);

hakkı söylemektir” (Ebû Dâvûd, “Melâḥim”, 17; Tirmizî, “Fiten”, 13)

Hz. Peygamber’in (SAV), ümmetin içinde yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emrolundukları şeyleri yapmayan nesiller ortaya çıkacağını haber vererek, “Kim onlarla eliyle cihad ederse o mümindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mümindir, kim onlarla kalbiyle cihad ederse o mümindir” (Müslim, “Îmân”, 80)

Değerli dostlar, kardeşler; mübarek Ramazan ayını idrak ederken her yıl olduğu gibi, bu yıl da işgalci ve terörist devlet israil’in Filistin topraklarında özellikle Kudüs, Mescidi Aksa ve Gazze’deki zulümleri ve katliamları yeniden yüzleştik.

Ağır bir tablo ile karşı karşıya kaldık islam alemi olarak. İşgalci İsrail, önce Şeyh Cerrah mahallesindekileri Müslümanları hedef alarak işgalci yerleşimcilerle birlikte, oradaki 38 meskeni işgal etmeye çalıştı. Ardından dirençle karşılaşınca Mescidi Aksa’ya ve çevresine saldırdı. Elbette Mescidi Aksa’ya saldırısı tüm Filistinlileri ve islam dünyasını ayağa kaldırdı. Günlerce Mescidi Aksa ve çevresini kuşattı ve Mescidi Aksa murabıtlarına, kadınlara, yaşlılara, çocuklara ve haremi şerife saldırdı. Tek bir kurşun bile atmadan taşlarla direndi Filistinli kardeşlerimiz Aksa’yı korumak için. Buradan istediği sonucu alamayan işgal güçleri bu kez, Aksa direnişini destekleyen ve kendisi için en büyük tehdit olarak gördüğü Gazze’ye havadan ve karadan operasyon başlattı. Gazze’ye giremedi ama hava, deniz ve kara atışlarıyla Gazze’ye yerle bir etmek için bütün gücünü kullandı. Uluslararası sağlık, ,insani yardım ve basın kuruluşlarının olduğu binalar dahil bombaladı ve yıktı.

Ateşkes ilan edileceği belirtilen gece yarısı bile saat 02.00’a kadar Gazze’ye bombardımana devam etti.

Sonuç olarak geride, 230 Şehit (65 çocuk, 39 kadın, 17 yaşlı), 1760 yaralı, 1447 tamamen yıkılmış konut, 13.000 zarar gören konut, 120 bin kişi de evlerini terketmek zorunda kaldı.

Camiler, hastaneler, tarım alanları, fabrikalar, telekomünikasyon binaları ve alt yapısı yıkıldı veya kullanılamaz hale geldi. Gazze’yi savaş alanına döndürdü işgalciler.

Katiller cinayet mahallinde iz bırakır.

İşgalci israil’de arkasında böyle bir ağır ve acı tablo bıraktı ateşkes sağlanıncaya kadar.

Dünyanın egemen güçleri ise olan biteni seyretmekten ve kınamaktan öte israil’e karşı herhangi bir yaptırım uygulamadı ve adım atmadı.

Bu zulmü ve katliamı durdurmak için çabalayan ise Türkiye’nin öncülüğünde Pakistan, Endonezya, Malezya, Katar, Kuveyt, Cezayir, Tunus gibi ülkeler oldu. Mısır ve Suud gibi bölgenin önemli aktörleri ise İsrail’i kızdırmayacak tonda açıklamalar yaptılar.

BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar ise İsrail’i durdurmak için herhangi bir karar almadı, alamadı. Çünkü Batı ve Atlantik İttifakı, yani başta ABD olmak üzere, İngiltere, Almanya, Fransa ve Kanada, İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermeye devam ediyorlar.

İşlenen savaş suçları ve soykırım olsa da İsrail söz konusu olduğu için görmezden gelindi, bundan önce olduğu gibi.

Türkiye, Pakistan ve Katar’ın öncülüğünü yaptığı grup ise hem İslam İşbirliği Teşkilatını hem de Arap Birliği’ni İsrail’e karşı BM’de yaptırımlar lehine tavır almak için zorladı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan bununla da yetinmeyerek Hristiyan / Katolik dünyasının lideri Papa ile bir telefon görüşmesi yaparak, İsrail’in katliamlarına Hristiyan dünyası içinde kutsal olan Kudüs’teki kutsal varlıklar için karşı çıkmaya davet etti. Bu çok önemli bir adımdı. Çünkü hepimiz çok iyi biliriz ki; Batı her ne olursa olsun Vatikan ve Papa’nın kutsiyetine inanan bir topluluk. Papa’nın yapacağı herhangi bir çağrının Batı’da karşılıksız kalması mümkün değildir. Ve nitekim öyle de oldu. Arka planda nasıl bir telefon diplomasisi işledi net olarak bilemiyoruz ama 2 gün önce İsrail’in kendini savunma hakkı var diyen Batılı egemen güçler, Papa görüşmesinin ardından İsrail’in bombardımanı durdurması ve ateşkesin sağlanması gerektiğini içeren cümleler kurmaya başladılar.

Bu kuşatmayı Papa durdurdu anlamına gelmez ama etkili olduğunu uzmanları bilir.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın mazlum Filistinliler ve Mescidi Aksa noktasındaki samimi çabaları ve hassasiyetini tüm dünya “One Minute” ve Mavi Marmara olayından beri gayet iyi biliyor.

Yeni ABD Başkanı Biden’ın Türkiye ve Erdoğan aleyhinde olduğu ve seçim kampanyası sürecinde de Türkiye ve Erdoğan’ı mutlaka yaptırımlar uygulayarak köşeye sıkıştırmak isteyeceği ve hatta mümkünse 19 yıllık AK Parti ve son dönemdeki Cumhur İttifakını bitirmek istediği herkes tarafından bilinen bir gerçek.

Bütün bu zorluklara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan, her türlü ve bedeli göze alarak, beklentilerin aksine alttan alan değil ABD ve İsrail hakkında çok sert açıklamalar yaptı.

Son konuşmasında ise “Filistin’in 1947’den itibaren topraklarının bu terör devleti İsrail tarafından nasıl işgal edile edile bugünkü bir parça Filistin toprağına döndüğünü anlattılar. Anlatacağız, durmayacağız. Hele hele bu haritaları göstererek anlatacağız. Çünkü bu terör devleti İsrail’in ne olduğunu tüm dünyanın bilmesi lazım.”

Evet genel anlamda tablo böyleydi son 15 günde.

Bu meselenin bir yüzü elbette.

Filistin Davamızın bir de hepimizi çok daha derinden ilgilendiren ve yakalayan bir yüzü daha var. Bunlar olup biterken “biz” ne yaptık?

Yazının en başında alıntıladığım ve sizlerle paylaştığım ayet ve hadisler bize ne söylemekte, Allah ve Rasülü bize neyi emretmekte ve öğütlemektedir?

Aslında hem ayeti celilinin hem de hadisi şeriflerin metni oldukça açık, net ve anlaşılır.

Mazlumlar için ayağa kalkın, savaşın, sefere çıkın, kötülük (fahşa ve münker) ve zulüm karşısında gücünüz yetiyorsa elinizle yetmiyorsa dilinizle yetmiyorsa kalbinizle buğz edin buyruluyor. Dil ile cihad etmenin ne olduğunu da anlatıyor Efendimiz (A.S).

Peki yürüyüş yapmakla, slogan atmakla, tiwit atmakla, kültür ve sanat yollarını mücadeleye hasretmekle bir şey elde edilmez mavrasını dillendirenler bu hükümleri bilmiyorlar mı, yoksa biliyor olmalarına rağmen kendileri çok şey yapıyor da bizi mi yeterli bulmuyorlar?

Hiç kimseyi niyetinden veya yaklaşımından dolayı suçlayacak ve yargılayacak değiliz. Bizler özellikle böyle zor dönemde bu türden yaklaşımlardan uzak durmaya gayret ediyoruz. Ancak bu görüşleri sürekli tekrarlayan bir takım çevrelerin hiçbir şey olmamış gibi olayı sıradan bir olaymış gibi bakarak gayret sahiplerine sürekli ithamlarda bulunmasını gerçekten anlamakta zorlanıyoruz.

Biz sosyal medya mecralarını aktif kullanmaya gayret ettik. Filistin Davasının Müslümanların gündeminde ve hatta dünyada gündem olması için çaba gösterdik. Bir başka grup Fetih süreleri okudu, bir başka topluluk gece namazlarında dua etti, analar seccade başında, yavrular iftar ve sahur sofralarında Filistin ve Mescidi Aksa için dua etti, gözyaşı döktü. Kimi diliyle kimi de kalbiyle buğz etti ki bu bize tavsiye edilen ve emredilenler arasındadır.

Peki siz ne yaptınız, bize bu işler böyle yapmakla olmaz diyenler?

Ne yaptınız, hadi buyurun anlatın da dinleyelim?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gereğini yapmıyor diye eleştirenler siz ne yaptınız?

Filistin için, Mescidi Aksa için, Kudüs için siz ne yaptınız?

Filistin ve Mescidi Aksa’yı konuşurken, önümüze Doğu Türkistan’daki zulme uğrayan kardeşlerimize sahip çıkmıyorsunuz diyenler, siz ne yaptınız Doğu Türkistan’dakiler için?

Neden iki mazlum coğrafyayı ayırarak konuşuyorsunuz?

Neden Doğu Türkistan için feryat ederken, Filistin için de feryat etmiyorsunuz?

Bu ikiyüzlülükten vazgeçin artık.

Doğu Türkistan’da da zulüm var elbette ama görmüyor musunuz onlarca çocuk, kadın ve yaşlı canlı yayınlar eşliğinde bombalanıyor ve katliama uğruyor.

Bunu konuşmayalım mı, buna isyan etmeyelim mi?

Yapmayın, etmeyin, insaf edin.

Doğu Türkistan için feryat eden samimi insanların, Filistin ve Aksa için ağladıklarına şahidim ben.

Onlar hiçbir zaman kendi yurtları zulüm altında olmasına rağmen Filistin ve Mescidi Aksa’yı kendi meselelerinin önüne geçirmediler.

Biz Müslümanız, hangi coğrafya da olursa olsun, ayağına diken batan kardeşimizin acısını onunla birlikte yaşarız.

Uzun bir yazı oldu farkındayım ama İslam tarihindeki şu çok enteresan ve önemli dersler çıkarılması gereken olayla yazıyı sonlandıralım.

“Yevmü Ebî Cendel”

Ebû Cendel Bedir Gazvesi’nden (2/624) önce Mekke’de Müslüman oldu. Bu sebeple babası tarafından hapsedilerek zincire vuruldu ve hicret etmesine izin verilmedi. Hudeybiye Antlaşması’nda (6/628) Mekkeliler’in temsilcisi olan babası Süheyl b. Amr ile Hz. Peygamber antlaşma konularını görüşüp yazılı metni imzaya hazır hale getirdikleri sırada Mekke’de hapsedildiği yerden kaçan Ebû Cendel’in ayaklarındaki zincirleri sürüyerek geldiği görüldü. Bunun üzerine Süheyl Peygamber’den antlaşma gereğince oğlunun iadesini istedi. Hz. Peygamber antlaşmanın henüz imzalanmadığını ve Ebû Cendel’in onun dışında tutulması gerektiğini söylediyse de Süheyl bunu kabul etmedi ve oğlu iade edilmediği takdirde antlaşmayı imzalamayacağını söyledi. Hz. Peygamber onun kendi hatırı için antlaşma dışı tutulmasını istedi, fakat Süheyl bunu da kabul etmedi. Bu arada oğluna işkence etmeyeceğine dair söz verdiği halde onu sürükleyerek götürmeye başladı. Müslümanları derin üzüntüye sevkeden ve “Yevmü Ebî Cendel” diye anılacak olan bu olaya çok üzülen Resûl-i Ekrem Ebû Cendel’i teskin etmeye çalıştı ve Kureyşliler’le yaptığı antlaşmaya sadık kalacağına dair Allah adına söz verdiğini belirterek ona sabır tavsiye etti; Cenâb-ı Hakk’ın kendi durumunda olanlar için yakında bir çıkış yolu göstereceğini söyledi.

Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Müslüman olarak Medine’ye gelen, fakat Kureyşliler’in isteği üzerine iade edilen Ebû Basîr’in muhafızlardan birini öldürerek Kızıldeniz sahilindeki Sîfülbahr’e kaçtığını haber alan Ebû Cendel, kendisi gibi hapsedilmiş yetmiş kadar Müslümanla oraya kaçtı. Sîfülbahr’deki müslümanların ticaret kervanları için tehlikeli bir güç haline geldiğini gören Kureyşliler, Müslüman olup Medine’ye gidenlerin iadesini öngören maddeden vazgeçtiklerini, özellikle de Ebû Basîr ile Ebû Cendel ve arkadaşlarının Medine’ye kabul edilebileceklerini Hz. Peygamber’e bildirdiler. Buna karşılık ticaret kervanlarının vurulmasına meydan verilmemesini istediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Ebû Basîr ve arkadaşlarına bir mektup göndererek Medine’ye gelmelerini emretti. Mektup Sîfülbahr’e ulaştıktan az sonra Ebû Basîr vefat etti. Onun ölümünden sonra oradaki Müslümanların reisi durumunda olan Ebû Cendel arkadaşlarıyla birlikte Medine’ye gitti.

Hz. Peygamber’in vefatına kadar Medine’de kalan Ebû Cendel bütün gazvelere iştirak etti.

Ebu Cendel’in hikayesini hiç unutmayın değerli dostlar, Efendimiz (A.S) hüzne boğan bu hadisenin sonuçları gerçekten bambaşka şeylere vesile olmuştur. Bizim hayır zannettiklerimizde şer, Şer zannettiğimiz bazı olaylarda da Rabbimizin çok farklı bir muradı olabilir.

Niyet hayr, akıbet hayr inşallah.