Yazarlar

Hasar tespit raporu

Hayatımızın bu koronavirüslü günlerinde ortaya çıkan bir gerçek var ki kendi hayatımızı korumak için, diğer insanların hayatını da korumalıyız. Hastalığın bize bulaşmasından kendimizi korumak ve virüsü başkalarına bulaştırmama konusunda sorumluluğumuz var. Kolektif davranmak durumundayız.

Çin’in, Rusya’nı, Almanya’nın, Türkiye’nin, ABD’nin veya bir başka ülkenin tek başına koronavirüse karşı etkili bir tedavi yöntemi bulması mümkün değil.

Ülkeler koronavirüsü hakkındaki bilgi ve tecrübelerini birbirleriyle paylaşmadıkları ve tedavi yöntemleri geliştirme konusunda kolektif bir yardımlaşmada bulunmadığı sürece, korona musibetinin geriletilmesi mümkün değildir.

Dünya tarihine bakıldığında tüm medeniyetlerin ‘önce biz’ şiarıyla hareket etmesi böyle bir işbirliğini salgınlar, felaketler dolu tarihte gerçekleştirememiş olması insanlığın en büyük başarısızlığıdır.

Yardımlar jeo-politik bir aşağılama mı?

İlk salgın tedirginliği atlatıldıktan sonra bazı ülkeler koronavirüsün vurduğu ülkelere yönelik ‘salgın diplomasisi’ yürüterek ‘rakiplerine ve düşmanlarına’ ‘destek’ oluyor. Ön planda Rusya ve Çin görünüyor. Yaptıkları tüm tıbbi yardımları uluslararası kamuoyunun gözüne sokarak gerçekleştiriyorlar. Bazı kesimler Çin’in hızlı bir şekilde Avrupa’ya tıbbi ve lojistik yardım sağlamasının arkasında ‘suçluluk psikolojisinin’ yattığını iddia ediyor.

Çin’in topraklarında çıkan bu virüsü erkenden duyurmayarak, saklayarak tüm kıtalara yayılmasında sorumlu olduğu ve bu yüzden ‘suçunu’ örtbas etmek için bu yardımları çeşitlendirerek artırdığı da savunuluyor.

Çin Devleti’nin yol haritasındaki en büyük proje olan “Ticari İpek Yolu” için Pekin’in bazı ittifakları çatırdatmak istediğini biliyoruz. Hatta Çin’in (Avrupa Birliği, NATO) Brüksel-ABD ilişkilerini zayıflatma, çatlatma çabası içinde olduğunu da söylemem mümkündür.

Yardım gönderilen ülkelere bakıldığında ki İtalya iyi bir örnek; siyasetçilerin ve halkın büyük bir bölümü Rusya’nın(Çin’in) askeri birlikleriyle gönderdiği yardımı jeopolitik bir aşağılama ve propaganda olduğunu dillendiriyor.

Rusya’nın üzerindeki yaptırımların kaldırılması ve Çin’in de bu İpek Yolu projesi için ‘hasta Avrupa’da ABD’yi saf dışı bırakıp Avrupa hükümetleri ile doğrudan çalışmanın/anlaşmanın yollarını arıyor. Hatta bu çatlakları derinleştirip başta Balkanlar olmak üzere ABD ile ayrı bir masaya oturmak istiyor.

Virüsün boyutları artık saklanamaz hale geldiğinde insan haklarında sicili hiç parlak olmayan Çin’den ilginç, daha önce duymadığımız haberler gelmişti. Evlerinde insanlar varken kapıları kaynak ile demir çubuklarla kapatılan evler, kapılarına insanlar çıkmasın diye kum dökülen, çimento ile duvar örülen binalar, beyaz maskeli resmi görevli kişilerin evlerden sürükleyerek çıkardığı virüslü olduğu iddia edilen insanlar.

Çin oldukça sert önlemler almış ve uluslararası kamuoyunda da sicili dolayısıyla sert eleştirilere muhatap olmuştu.

Virüs yayıldıkça görüldü ki ne Ortadoğu’nun ne de Avrupa’nın yeterli hazırlıkları yapmadığını ve süreci ön göremediklerine tanık olduk.

Çin, aldığı sert tedbirlerle, otoriter sisteminin bu tip krizlerle başa çıkmada, Batı tipi demokratik sistemlerden daha etkili olduğunu da kendi vizyonuna göre dünyaya bir örnek olarak sunmuş oldu.

Keza Avrupa’da henüz demir levhalarla insanları evlerine kapatma aşamasına gelmese de Çin gibi sessiz sedasız zorunlu karantina uygulamasına geçerek, aşırı güvenlik önlemleri alarak, ordu birliklerini sahaya sürerek her fırsatta vurguladığı ya da bir sopa gibi rakip ülkeleri tehdit ettiği insan hakları meselesini dolabın yüksek bir rafına koydu.

Salgın ve benzeri felaketlerin neden olacağı kargaşanın, otoriter devletlerin güçlenmesiyle sonuçlanacağını, sağ, milliyetçi, göçmen karşıtı siyasi çizgilerin daha da yükseleceğini öngörebilirim.

Başta İsrail örneği olduğu gibi birçok ülke salgının yayılmasını önlemek için terörle mücadelede geliştirdiği teknikleri potansiyel virüslü vatandaşlarını tespit etmekte kullanıyor. Örneğin İsrail iç istihbaratı Şin Bet düzenlediği operasyonlarda yaklaşık 500 kendini gizleyen koronavirüslü vatandaşlarını “yakaladı.”

İnsanlara verilen QR kodları, vücut sıcaklığını halka açık yerlerde ölçen İHA’lar, cep telefonlarından karantinaya uyulup uyulmadığını kontrol etme gibi birçok örnek var önümüzde. Artık internet üzerinden görüntülü konuşmaları dahil denetlenebilen vatandaşlar oluştu dünyada.

Dünyada tüm başkentler bu vesile ile elde ettikleri güvenlikçi ortamı/yetkiyi kaybetmek istemeyecek ve vatandaşlarını salgın başta olmak üzere daha fazla denetlemek isteyeceklerdir.

Bu tür felaketlerle baş etmek için otoriter ve Çin benzeri totaliter yönetimlere doğru gidilebilir.

Her ne kadar “vur deyince öldürdü” tabirini Çin için kullanabilsem de salgınla baş etme konusunda tam başarı sağladığını da söylemek mümkün değil. Hatta salgının büyümesinin ana sebeplerinden biri de bu neo-faşist yönetim biçimidir denebilir.

Koronavirüsü barışı?

Küresel anlamda çatışma/gerginlik/savaşların yaşandığı coğrafyalarda da yardımların ne kadarının bu yoksul bölgelere ulaşıp ulaştırılmadığı da çatışma hatlarını belirleyip netleştirecektir. Koronavirüsün vurduğu yerlerde de askeri olarak cephelerden geri çekilme, hatta ülkelerden asker çekme, sayısını azaltma gibi gelişmelerde olasıdır.

Birbiriyle rekabet halinde gördüğümüz ülkelerin aralarındaki ‘yardımlaşma’nın bir politik/diplomatik uzlaşmaya da dönüşmesi hayli zor görünüyor. Hatta öncelikleri değişen tüm başkentlerin kriz diplomasisine veya çatışmaları çözme isteklerine daha az zaman ayırıp dikkatlerini salgına ve ülkelerindeki etkilerine dikkat edeceğini düşünüyorum.

Koronavirüsü salgınının hem uluslararası kuruluşların hem de başkentler arasındaki güven boşluğunun derinleştiğini de gözlemledim.

Her ne kadar Çin ve Rusya hasta Avrupa’ya adımlarını attıklarını sansalar da tüm gerginlik ve anlaşmazlıklarına rağmen Avrupa Birliği ve ABD sonuçta Çin ve Rusya’ya karşı birleşeceklerdir.

İpek Yolu’nu Asya’dan, Avrupa’ta uzatma heveslisi Çin’in ve çok kutuplu bir dünya hayali içindeki Rusya’nın bu adımlarının Washington ve Brüksel tarafından ‘serbest ticarete’ aykırı kabul edildiğini de biliyoruz.

ABD, Çin’i izole etme çabalarını azaltmayacağı gibi artıracaktır. Adı değiştirilmiş yeni kurallar ve anlaşmalarla masaya oturulmuş yeni bir tür ‘küreselleşme’den bahsediyor olacağız.

Küreselleşmenin yeni olanı

Fotoğrafın bütününe bakılırsa dünya ülkeleri “kapitalist”, ”emperyalist” olduğu bilinen ABD’ye karşı Çin ile değil,  Çin’e karşı ABD ile ittifak yapmaya daha meyilliler.

Bir örnek vermek gerekirse Çin’in komşuları Hindistan, Avustralya, Japonya, Güney Kore ve Vietnam Çin’e güvenmiyor. Hatta ABD ile yakınlaşıp iş birliğinde bulunmak istiyor.

Dünya artık ‘küresel bir köy’ sloganlarıyla dillendirilen ve övülen küreselleşme, koronavirüsü ile tanışmış oldu.

Küreselleşmenin zafer anıtları olan gökdelenler doğanın çığlıklarını insanların duymasını engelledi.  Teknolojik, lüks ve modern yaşanan hayatlar küresel ısınmayı bronzlaşmak için iyi bir fırsat olarak değerlendirdi.

Tarihi boyunca çeşitli salgınlara maruz kalmış insanlık bu koronavirüsün de daha önceki emsalleri gibi belirli bölgelerde görüleceğini ve muhasara altına alınabileceği düşünüyordu. Neticede ilerleyen tıp, bilim ve teknoloji insanların salgınları yenmesinde gerekli aşıları üretmesine olanak sağlamıştı.

Bir süre öncesine kadar komşuları ile arasına güvenlik duvarları ören ülkeler şimdi duvar ördükleri ülkelerden medet umar hale geldiler.

Daha önceki salgın ya da krizlerde bir ‘yöneten’ vardı. Örneğin en son ekonomik krizlerde ya da Ebola salgınında, ABD uluslararası kamuoyunun liderliğini üstlenmişti.

Trump yönetimindeki ABD bırakın böyle bir rol üstlenmeyi tamamen kendi çıkarlarına odaklanıp ülke içindeki meselelere yoğunlaşmış durumda.

Bu salgın döneminin, salgın diplomasisinin teamüllere göre bir lideri olmalı. Belki de Çin ve Rusya hatta Türkiye, ABD’nin dolduramadığı bu liderlik koltuğunu kolektif iş birliğiyle doldurmak istiyor olabilir mi? Mümkün.

Başı çeken bu ülkeler teknolojilerini, ekipman ve uzman desteğini de dünyaya sunuyor.

Koronavirüsü ile şimdilerde tek taraflı mücadele eden ülkelerin bu tutumlarını bir süre daha sürdürmeleri ama ileride küresel iş birliği yaparak bu salgında mücadelede tek bir modelin oluşturulması/ oluşması da beklenilmeli.

İşin salgınla mücadele kısmı dışında ülkeler arasındaki rekabetlerin, bilek güreşlerinin sonlanmayacağı, hafiflemeyeceği de aşikar.

Koronavirüsü hasar tespit raporu

Salgının hasar tespit raporuna baktığımızda Avrupalı devletlerin ve ABD’nin üstlendiği ‘küresel dünya sisteminin’ kırılgan olduğu, güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmadığı anlaşıldı.

Bu salgında tüm teknolojik, bilimsel ilerlemelere rağmen mali disiplinlerin etkilendiği, ülke ekonomilerinin, mevcut sistemin çökebileceği/çöktüğü de gözlemleniyor.

ABD ve Avrupa’daki gelişmiş devletlerin vatandaşlarını ‘salgına’ karşı koruyamadığı açık bir şekilde ortaya çıktı.

Olası bir kaosun önüne geçebilmek için başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kuruluşların kendine çeki düzen vermesi ve küresel olarak olabildiğince adil bir paylaşım sisteminin kurulması gerekiyor.

Koronavirüsü salgınından sonra dünyanın alacağı ‘siyasi, ekonomik şekil’, liderlerin ve etkin uluslararası aktörlerin işbirliği yapma yeteneğine ve istediğine bağlı.