Yazarlar

Hint Rengi Bir Seyahat

Uzun bir uçak yolculuğunun ardından Delhi’ye varmıştım en sonunda. Hava alanına ilk indiğimde burnuma gelen acı bir baharat kokusu ve Hinduizmin çeşitli sembollerinden oluşan bir grup heykelle Hindustan (farisicede) size hoşgeldin diyor (tabi koku meselesi 1 gün içerisinde normale dönüyor ve hiçbir şey hissetmiyorsunuz ). Yalnızlık ve bir başınalığın vermiş olduğu gariplikle hava alanı çıkışına […]

Uzun bir uçak yolculuğunun ardından Delhi’ye varmıştım en sonunda. Hava alanına ilk indiğimde burnuma gelen acı bir baharat kokusu ve Hinduizmin çeşitli sembollerinden oluşan bir grup heykelle Hindustan (farisicede) size hoşgeldin diyor (tabi koku meselesi 1 gün içerisinde normale dönüyor ve hiçbir şey hissetmiyorsunuz ). Yalnızlık ve bir başınalığın vermiş olduğu gariplikle hava alanı çıkışına doğru ilerliyorum..

Başkentte olmamıza rağmen ilk bir saat içerisinde ki izlenimlerim oldukça garipti. Sokakların kirini pasını, yoğun trafik ve korna sesini, yolda başı boş gezen inekleri ve kaldırımlarda uyuyan nice insanı seçiyordu gözlerim. Yabancı dil eksikliğinin bana vermiş olduğu güvensizlikle şoförümüz Bany ile konuşmaya çalışıyorum ancak henüz Hint aksanını anlayabilecek durumda olmadığımı fark ediyorum..

Eve varıyoruz. 3 katlı bahçeli güzel bir yer..

Hemen her yerde heykeller, resimler ve çeşitli süs eşyaları oldukça renkli duruyor.

Kapıda tanrı Ganesha heykeli karşılıyor bizi.

İkinci kata çıkana kadar tanrı Şiva, Budha, İsa peygamber resimleri, Sanskritçe kutsal kitaplar vs size eşlik ediyor. Ev adeta bir tapınak halini almış.

Punneta ve eşi Aditya oldukça sıcakkanlı karşıladılar beni. Her türkün vazgeçilmez seviyesi olan intermediate ingilizceyle kendimi anlatmaya ve Punneta ve ailesini tanımaya çalışıyorum. Üç kişilik çekirdek bir aileye sahip olduklarını öğreniyorum. Evde bir aşçı ve birde şoför var. Benim gibi kiracı olan bir de Priah var. Aslen hintli ancak fransa vatandaşı kendisi. Henüz birkaç aylıkken vücudu yanık bir halde petrol istasyonunun önüne terkedilmiş, sonrasında da yetiştirme yurduna verilmiş. Fransalı bir aile olan Mary ve kocası Mother Terasa vakfı aracılığıyla Hindistan’a gelip Priah’ı evlat ediniyorlar. 3 yaşlarında Mary ile birlikte Fransa’ya gidiyor ve orada büyüyor. Liseyi bitirdikten sonrada bir işe girip birkaç sene çalışıp para biriktiriyor ve topladığı parayla Hindistan’a geliyor. Hem biyolojik ailesini arıyor hem de geziyor. Ben en son ayrıldığımda sırt çantasıyla Hindistan’ı gezmeye çıkmıştı… Netice-i kelam evdeki nüfusumuz benimle birlikte yediydi..

3 aylık birlikteliğin sonunda edindiğim bilgilere göre Punneta ve eşi tarih öğretmenliğinden emekli olmuşlar. Punneta’nın babası Hindistan’da nükleer fiziğin kurucularından. Önemli bir adam. Kocası Aditya’nın ailesinde de büyükelçiler var. Yani ailemiz 1.sınıf Hint kastına mensup. Tabi kendileri için bunun bir önemi kalmamış ancak Hindistan’ın geri kalanı için bunu söylemek zor. Kast sistemini şimdilik bir kenara bırakarak devam edelim..

İlk bir haftam oldukça ilginç geçti. Hint yemeklerini yiyemedim. 7 gün boyunca aç kaldığımı ve zayıfladığımı hissettim doğrusu. Tabi Punneta ve ailesi benim için yemeklerdeki baharat miktarını azaltmaya çalıştılar ancak buna rağmen olmadı…

Onlara göre baharat seviyesi yok denecek kadar az olsa da bizim damak tadımızla kesinlikle çok farklı. İddiam şudur ki herhangi bir hemşerimiz baharatlı bir hint yemeğini yeme gafletinde bulunursa birkaç saat içinde ölür.

Bu sebeple genelde az baharatlı makarna, bazen afgan usulü tavuk, çoğu zamansa tost yiyerek hayatta kalmaya çalışıyordum :))

Uzun süre hint diyarında kalanlar yemeklerine alıştıklarını söylediler ancak henüz 3 ay kalabilmiş biri olarak yanlarından dahi geçemedim. Tabi bu demek değil ki hint yemekleri kötü, berbat vs. sadece ağız tadımızla belki de ağız tadımla uyuşmuyor. Ayrıca 3.2 milyon kilometrekarelik bir coğrafyaya sahip. Yani binlerce çeşit yemek var ve hepsini denemiş değilim…

 

Ülkemizin şehirlilerinin aksine hintli şehirli ve köylüler kendi ekmeklerini kendileri yapıyorlar. Marketlerde satılan genelde tost ve hamburger usulü ekmekler oluyordu.

Kimisi yağlı, kimisi patatesli, kimisi farklı bir türde olan hint ekmekleri -parata-roti-çapati gibi- evde sac üzerinde yapılır ve oldukça pratik şekilde hazırlanır- oldukça lezizdiler. Yani hintliler Temel ihtiyaç gıdalarından ekmeğe para vermiyorlar.

İlk 4 gün sadece evden okula ve okuldan eve gidip geliyordum. Henüz garip olduğum için de pek bir yere gidip gelemiyordum. Dışarda bir başıma yemek yiyebilme tecrübem üçüncü günümde olmuştu sanırım. Kimsenin beni anlamayacağını ve derdimi de kimseye anlatamayacağımı zannederek bir yerlere gitmeye çekiniyordum. Tabi bir süre sonra bunun aşılması gereken bir eşik olduğunu farkettim. I want to bla bla.. ile başlayan cümleleri kurabiliyor olmak gayette yeterliydi. Ayrıca hintliler yardımcı olmayı seven insanlar. Siz uygun kelimeleri bulamasanızda bir şekilde hintlilerle anlaşıyorsunuz. Şu an düşünüyorum da dışarda bir başıma yemek yiyip, siparişimi verdikten sonra hindistan benim için keşfedilmeyi bekleyen bir coğrafya halini alabildi. Tabi bunun için başka bazı tecrübeleri edinmem de gerekiyordu. Bu da bir sonraki yazıya kalsın şimdilik..