Yazarlar

Batı, hayatta kalabilmek için İslâm’a muhtaçtır!

Çiçek Açmış Hayat/La Vie en Fleur adlı romanında Anatole France (Anatol Frans) şu tespiti yapar: “Mösyö Dubois (Dübua), Madam Nozière (Nozyer)’e Fransa tarihinin en uğursuz gününün hangisi olduğunu sordu. Madam Nozière bilmiyordu. Mösyö Dubois ona, ‘O gün Poitiers (Puvatye) savaşı günüdür, çünkü o 732 tarihinde, İslâm sanat ve medeniyeti Frenk barbarlığı karşısında geriye çekildi!’ dedi.”

Bizim insanımızın asla ve kat’a bilmediği, ama Fransa’da 7’den 70’e herkesin bildiği bir savaştır Poitiers savaşı. Bugün bile Fransızlar o savaşta Charles Martel (Şarl Martel) komutasındaki Fransız askerlerinin İslâm ordularını durdurduklarını söyler ve çok övünürler. Aslında gerçek hiç de öyle değildir. O savaştan sonra Endülüs’ten hareket eden İslâm orduları Fransa içlerine kadar ilerlemiş ve asırlarca Güney Fransa’yı egemenlikleri altında tutmuştur.

Dünyada Batılılar kadar kendilerini diğer kıta insanlarının üstünde gören, gururlu ve kibirli başka bir toplum veya topluluk yoktur. Eski Yunan medeniyetinden itibaren Batılılar, kendi dışında olanları hep barbar olarak göre gelmişlerdir. Aslında bütün bilgilerini, görgülerini ve medeniyetlerini Doğu’dan, özellikle İslâm medeniyetinden aldıkları hâlde hep aynı türküyü çığırmışlardır.

Sonunda insaf ve vicdan sahibi bir Batılı olan Roger Garaudy (Roje Garodi) çıktı da, onların o kibir balonlarını söndürdü. Batı’nın büyüklenmeye ve kendini üstün görmeye hiç hakkının olmadığını “Medeniyetler Diyaloğu”kitabı başta olmak üzere birçok eserinde gözler önüne serdi. 

Garaudy’nin bu konulardaki uyarıları, itirazları ve değerlendirmeleri günümüzde nihayet bilim adamlarınca kabul edilir ve benimsenir oldu. Bir elin beş parmağı kadar az ve azınlıkta olsalar da bazı Batılı bilim adamları, Garaudy’nin haklı olduğunu dillendirmeye, Helen veya Eski Yunan Medeniyeti denen şeyin Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerinden devşirme, çalıntı bir medeniyet olduğunu bütün delilleriyle ortaya koymaya başladılar. 

Felsefesinden matematiğine ve edebiyatına kadar, her şeyiyle Kadim Yunan medeniyeti, Yakın Doğu’nun etkisi altında boy atmıştır. Eski Yunan’ın heykel ve diğer sanatlarının bile Eski Mısır’dan etkilendiği, inkâr edilemez bir gerçektir.

Batı’nın Doğu’ya o borçlarını bir bir saymamıza gerek yok, sadece edebiyatına baktığımızda bile bir Mezopotamya medeniyetinin ürünü olan Gılgamış Destanı’nın Eski Yunan şairlerini ne kadar derinden etkilediği görülüyor. Üç dört bin yıllık Gılgamış Destanı, bir edebiyat şaheseri, hayli uzun bir manzumedir. Greklerin İlyada ve özellikle de Odise destanlarının ana kaynağı işte bu eserdir. Yunan mitolojisi, bu destandan alınma figürlerle dolup taşar. Eski Ahit’te yer alan “Vâiz” bölümünde de Gılgamış’tan büyük esintiler vardır, hatta bazı yerleri tıpatıp aynıdır.

Her Avrupalı aydın elbette Anatole France veya Garaudy kadar objektif ve hak tanır değildir. Tam aksine pek çok Batı aydınına göre, tâ Eski Yunan’dan beri “Batı medenî”dir, Doğu ise “Barbar”. Batılılar, Avrupa’yı Eski Yunan’dan günümüze kadar dünyanın merkezi olarak görür ve bunu dünyaya kabul ettirirler. Batılılara göre Eski Yunanlılar medeni, savaştıkları Persler ise barbardı. Batı tarafından tam bir efsane olarak uydurulan, biz dâhil bütün dünyaya yutturulan ve günümüzde o adla koşular düzenlenen “Maraton Savaşı”, Batılılarca “Asya despotluğu”na karşı Avrupa demokrasisinin zaferi olarak gösterilir. “Maraton Koşusu” da, aslında, Eski Yunanlıların Barbarlara karşı kazandıkları zaferi müjdeleme koşusunun adıdır ki, kurnaz Batı bütün dünyaya hâlâ o müjdenin koşusunu yaptırıyor! 

François Chamoux (Fransua Şamu), “Eski Yunan Medeniyeti/La Civilisation Grecque” adlı eserinde, o Maraton Savaşı’nı şu çarpıcı cümlelerle kutlar: “Harikulâde kudretini, zenginliğini ve ihtişamını bildikleri, diktatör bir hükümdarın kaprislerine insan kitlelerinin boyun eğmesine dayalı bir Asya karşısında onlar, silâhlarıyla hür insanlardan oluşmuş bir şehir devletinin adalet idealini savundular… Onlar sadece kendileri için savaşmıyorlardı, aynı zamanda ileride Batı’nın ortak malı hâline gelecek bir dünya anlayışı için de çarpışıyorlardı.”

Sayın uzman böyle övüyor ve övünüyor da, acaba o dönemdeki Eski Yunan’da o övülen insanların hürriyeti nasıl bir hürriyettir? Bu soruya hiç farkında olmadan kendisi cevap vermektedir. Çünkü az önce sözünü ettiğimiz eserinin 100. sayfasında o övgüleri döşenen yazar, aynı eserinin 272. sayfasında asıl gerçeği bütün çıplaklığıyla ağzından kaçırıyor. Kendisinden dinleyelim o övdüğü Eski Yunan medeniyeti ve adaleti, nasıl bir medeniyet ve adalettir: 

“Bu site devletinin nüfusu 300 bindi. Sadece 40 bini vatandaş statüsüne sahipti. 110 bini köleydi (yani hiçbir yurttaşlık hakkı yoktu). 40 bini de oraya yerleşmiş yabancılardı. (Onların da söz söyleme hakkı gibi bir hakları yoktu).”

Demek ki Eski Yunan’da bugünkü ifadeyle “Köleci bir Oligarşi” düzeni vardı, ama bu “Demokrasi” olarak yutturuluyordu ve hâlâ yutturulmaya çalışılıyor.

Hâlbuki o dönemde Pers İmparatorluğu, Eski Yunan site devletlerinden çok daha medeni, çok daha hoşgörülüydü. Hatta öylesine huzur ve hürriyet ülkesiydi ki Eski Yunan’da hürriyeti kısıtlananlar, mağdur edilenler, hayatlarının tehlikeye girdiğini görenler, Pers İmparatorluğu’na iltica ediyordu.

Batı’yı ve Eski Yunan’ı merkeze alıp diğer dünya ülkelerini barbar olarak gösteren Batılı uzmanlar, bütün bu tarihî gerçekleri kasıtlı olarak görmezden geliyorlar. Sırf Batı’yı ve Batılıları yüceltip Batı dışı dünyaları hor görüp aşağılamak, ardından da onları sürekli olarak sömürmek maksadıyla Eski Yunan’ı, dolayısıyla da Avrupa’yı hep üstün gösteriyor ve göklere çıkarıyorlar.

Dün olduğu gibi bugün de bütün bunları inkâr eden ırkçı Batılı aydın ve bilim adamları maalesef vardır. Çünkü Eski Yunan’ı düşüncenin merkezi yapan, orasının ilmin, felsefenin, medeniyetin ve demokrasinin beşiği olduğunu iddia edenler, gerçekleri kabul edecek olurlarsa, o zaman Batı’da her şey ters yüz olacaktır. Öyle ya, şayet Eski Yunan dün Doğu’dan etkilenmişse, günümüz Batı medeniyeti de İslâm’dan etkilenmişse, Batı’nın bütün karizması çizilecek ve Batı’nın dünyaya karşı tasladığı üstünlük iddiası ve hegemonyası çökecektir.

Bildiğiniz gibi, daha 19. yüzyılda Ernest Renan “İslâm ve Bilim” adıyla Paris’te, üniversitede bir ders vermiş, sonra bunu bir kitapçık hâlinde yayınlamıştı. İslâm’ın bilim karşıtı olduğunu savunmuştu. Ünlü edip ve şairimiz Namık Kemal de “Rönan Müdafaanâmesi” adlı eseriyle ona cevap vermişti.

Şimdilerde de Ernest Renan çıktısı bazı Batılı sözde bilim adamları çıkıyor, Batı’nın İslâm’a da, başka bir medeniyete de borçlu olmadığını, tek borçlu olduğu medeniyetin Eski Yunan Medeniyeti olduğunu savunuyorlar. Nitekim onlardan biri “Ya Avrupa bilgilerini İslâm’a borçlu değilse?/Et si l’Europe ne doit pas ses savoirs à l’Islam?” adıyla bir kitap yazıyor. Bir başkası “Herkesin Anlayacağı Batı/L’Occident expliqué à tout le monde”başlığını taşıyan bir eser kaleme alıyor. Bunlar ve daha başkaları Batı’nın sadece Eski Yunan’dan hareketle hiçbir toplum ve medeniyetten etkilenmeden, öylece durup dururken kendiliğinden ortaya çıktığını iddia ediyor.

Bereket, bunlara karşılık çok daha sağ duyulu birileri de çıkıyor ve “Rönesans Bazarı. Doğu ve İslâm Batı’yı nasıl etkiledi?/Le Bazar Renaissance. Comment l’Orient et l’Islam ont influencé l’Occident?” adlı bir kitap yayınlıyor.

En başta Anatole France’ın dile getirdiği gibi, İspanya’da kurulan İslâm Endülüs Medeniyeti, Batı’yı karanlıklardan kurtaran bir meşale vazifesi gördü. O dönemde gerçek anlamda karanlıklar içinde yüzen bir Batı vardı.

Avrupa, Rönesans’ını da, Reform’unu da İslâm dünyasına borçludur. Bir Luther, bir Calvin, sonuçta da bir Protestanlık akımı ortaya çıkmışsa, bunda insanlığa seslenen son vahiy olan Kur’ân’ın payı tartışılmaz. Çünkü Calvin ile Luther, Kur’ân tercümeleri sayesinde kendi dinlerine çeki düzen verme ihtiyacı duymuş ve bunu gerçekleştirmişlerdir. 

Metafiziğini kaybettiği, ilâhî boyuttan koptuğu için günümüzde kalıcı eserler veremez duruma düşen Batı’nın en seçkin düşünür ve entellektüelleri, ister istemez tekrar İslâm’a ve Doğu bilgeliğine yöneliyorlar. Şimdilerde Batılı aydınlar tam bir ciddiyetle Kur’ân okuyor, Mesnevî okuyor, İbn Arabî’nin ve İbn Hazm’ın eserlerini okuyorlar. Attâr’ın, Hâfız’ın ve İslâm dünyasından daha pek çok kimsenin eserlerini okumak ihtiyacı duyuyorlar. 

Bu demektir ki, maddî gelişmişliğiyle ruhunu doyuramayan Batı, yine Doğu’dan, özellikle de İslâm’dan yararlanarak mânevî kurtuluşunu gerçekleştirebilecektir.

Roger Garaudy’nin ifadesiyle “Batı ya kör bir pazar/piyasa ekonomisi yüzünden hem kendisi intihar edecek, hem de bütün dünyayı intihara sürükleyecek, ya da Doğu bilgeliklerinden, özellikle de İslâm’dan alacağı ruhla yeniden dirilecek ve bütün yeryüzünün de kurtuluşunu sağlayacaktır.”

Etiket /

Cemal Aydın

1 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

  • Değerli Cemal Aydın bey’in
    yazılarını çok değerli buluyorum..

    Kendilerini tüm insanlığın üstünde gören *Küstah Batının*
    kirli çamaşırlarını ortaya seriyor.. Her yere heykel dikmek
    medeniyet değildir.. Fakir bir topluma *Tanınmış bir vasıtasıyla
    göstere-göstere yardım dağıtmak, bunu yaparken de filme alıp
    dünyaya yayınlamak medeniyet değildir..

    Biz ise; *Sağ elin verdiğini, sol el görmemeli* düsturu var..

    Çok şükür..

    Konuyu uzatırsam beni yazar filan sanırlar.. 🙂
    Naçizane (amatörce) biraz şiir biraz müzik üğraşım var.

    Selam ve saygılar