Yazarlar

Ararat’ın kaderi

Ermeni olmak başından beri meşakkatli bir şeydi. Gerçekte kim ve nereli olduklarına dair tartışmalarda bile beliren bir zorluktu bu.

“Tarihin babası” Heredot’a göre Trakya kökenli ve Friglerin bir kolu. Kimilerine göre Kafkas veya Turanî. Kendilere göreyse aslında Ermeni değil Hayk; vatanlarının adı da Ermenistan değil Haykistan.

Asurcada Urartu, İbranicede Ararat olarak geçen Ermeni kelimesi Doğu Anadolu bölgesinin en eski adlarından biriydi. Ermenia, Yukarı İller manasına geliyor, Ermeni de bir ırkı değil, orada yaşayanları tanımlıyordu. M.Ö. 3 bin yıl önceki Akkadların çivi yazılarında ve 521’deki Darius’un kitabesinde böyle geçmekteydi. Yani Haykların bölgeye geldiği söylenen M.Ö. 6. asırdan çok evvel de bölge Ermenia idi.

M.Ö. 9 ila 6. asırda bölgede hükümran olmuş Urartuları ataları olarak ilan etseler de oldukça zayıf bir iddia bu. Urartuların dilinin Asyalı olduğu biliniyor; Haykların dili ise Avrupalı. Dolayısıyla Urartuların yıkılış evresinde veya hemen sonrasında Haykların bölgeye yerleştiği ve Urartu bakiyesiyle karıştığı tezi daha güçlü duruyor.

Nifak meşalesi

Öyle ya da böyle; Ermenia’da olmak Ermenilerin kaderini belirleyen başlıca amildi. Çünkü Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu, doğu-batı ekseninde daima büyük güçlerin kapıştığı bir arena olmuştu. Medler-Persler-Sasanîler-Araplar-Türkler bir yanda, İskender-Roma-Bizans bir yanda. İmparatorluklar arasında sınır gibi durduğundan her iki tarafın diğerine yaptığı hamleden en çok etkilenen beldenin Ermenia olması kaçınılmazdı. Ermenistan’daki halkların, Hayklardan önce de sonra da, bu iki ekseni dağıtacak, geriletecek bir gücü olmadı. Savaşlarını başka yerde yapmaları için onları caydıramadılar bile. Ne nüfusları ne güçleri buna yetmedi. Bağımsız ve tarafsız olmak da seçenekler arasında nadiren yer alıyordu. Kaypak ittifaklar ve saf değiştirmeler, Ermenia ahalisinin siyasî tarihinin ayrılmaz bir parçası durumundaydı.

62 yılında Romalılar ile Persler arasındaki anlaşmada Ermenia tampon bölge olarak tanımlanmıştı ve bu Ermeni karakterinin şekillenmesinde birincil amildi. Roma’nın valilerince veya İran’ın vasilerince idare olunan yöre herkes için bir güvensizlik kaynağıydı. Romalıların nazarında Ermeniler “güvenilmez bir müttefik, ikna edilebilir bir düşman”dı. Neron’un elinden krallık tacını giyen Ermeni derebeyi Tiridates, krallığının başkenti Artaksata’nın adını Neronia olarak değiştiriyor ve Roma imparatoruna tanrı diye tapıyordu. Tabi, ilk fırsatta ihanet etmek niyetiyle. Roma tarihçilerinin Ermenileri “nifak meşalesi” olarak tabir etmeleri boşuna değildi.

Dinsiz milletlere karşı

Ermenia 4. asırda iki imparatorluk arasında pay edildiğinde İran’ın elindeki kısma Persermenia adı verildi. Bu ad bile Ermenilerin iki büyük güç arasındaki bölünmüşlüklerini, doğuyla batı arasında kalmışlıklarını, daimî bir gerilime mahkûmiyetlerini ifade etmeye kâfiydi. Hıristiyanlığa geçmeleri bu gerilimi azaltmayacak, artıracaktı.

Hıristiyanlığı resmî din olarak benimseyen ilk kavim olmakla övünmelerine tarih itiraz etmiyor. 301’de kralıyla, ordusuyla, halkıyla din değiştirdiler. Roma’dan 12 yıl evvel. Kayseri’den gelen Grigor (Kirkor) isimli bir rahibe nispetle kendilerine Gregoryen dendi. Kadıköy Konsili’nde İsa’nın çift tabiatlı olduğunu savunan Diofizit akideye karşı Monofizit akideyi savunmaları onları Roma ve Doğu Roma’dan uzaklaştırdı. Batı kiliseleri tarafından hiçbir zaman gerçek dindaşları olarak görülmedi, bir çeşit kâfir olarak görüldüler. Ermeniler Hıristiyan olmakla doğudan koptu ama hem doğulu olmaları hem de mezhepleri yüzünden bir türlü batılı da olamadılar.

Bizans, onları Ortodokslaştırmak için elinden geleni ardına koymadı. Urfalı tarihçi Mateos 994’teki bir harekâtı şöyle anlatıyordu: “Büyük Roma dükü, büyük bir ordu ile beraber Ermenistan’a karşı yürüdü; Hıristiyanların üzerine atılıp onları kılıçtan geçirdi ve esaret altına aldı. O, zehirli bir yılan gibi her yere ölüm götürdü ve böylelikle, dinsiz milletlerin yerini tutmuş oldu.”

“Dinsiz milletler” dediği Müslümanlardı. Önce Araplar, sonra Türkler. Bizans’ı, Ermenileri arkadan vurmak, zorunlu ikamete tabi tutmak, yenilginin müsebbibi olmakla itham ediyordu: “Grekler,  bu defa muharebe ve kahramanlık sahasından nefret ederek Ermeni mezhebinin tetkiki ile uğraştılar ve Allah’ın kilisesinin içinde kargaşalık ve kavgalar çıkardılar. Onlar İranlılara (Türklere) karşı harp etmekten kaçınıyorlar fakat hakiki Hıristiyanları inançlarından döndürmek için büyük gayret sarf ediyorlardı. Cesur ve kuvvetli bir adam buldukça onun gözlerini çıkarıyorlar veya onu denize atarak boğduruyorlardı. Onlar bu gayretleri ile bütün Ermeni prens ve kumandanlarını Şark’tan çıkarıp kendi memleketlerinde ikamet etmeye mecbur ettiler. Onlar erkek çocukları hadım ettiler ve onlara kahramanlara yakışan zırh yerine geniş ve uzun entariler giydirdiler. Onlar kadınlar gibi yavaş ve gizli konuşuyorlar, daima cesur adamları mahvetmeyi düşünüyorlardı. Böylelikle bütün Hıristiyanların esir ve köle olarak İran memleketine götürülmesine sebep oldular.”

Papa’dan medet

Bizans’a karşı ittifaklara ihtiyaçları vardı; o müttefiklerine karşı da Bizans’a. 7. asırdan itibaren Bizans-Arap mücadelesi Ermenilerin kadim gerilimini depreştirecekti. Dinsiz Araplara karşı Bizans’la dayanışırken Arap valilerin idaresi altında ilk kez dinî kurumsallaşma imkânı edinmişlerdi. Klasik gayrimemnun tavırlarıyla sık sık isyana yönelmeleri Arapları sertleşmeye zorlarken Ermeniler kazanan taraf olmaya pek yakınken her şeylerini kaybetme tehlikesiyle yüz yüze geliyordu. Dinî başkentleri Ani, ikili oyun ve isyanlarının cezası olarak hem Araplarca  hem Bizans’ça harap edilecekti.

Türklerse en büyük imtihanları oldu. Kendilerine yurt arayan bu dinamik kavmin süvarileri karşısında şansları sıfırdı. Bizans da onları Ermenistan’dan koparıp içe doğru çekerek asimile etme sevdasında olduğundan nüfus ağırlıkları Kapadokya ve Çukurova havzasına taşındı. Malazgirt Savaşı’ndan sonra ise hiçbir umutları kalmadı. Papa’dan medet istemekten başka.

Her iki tarafın kaynaklarına göre, Haçlı seferlerinin ilk talebi Ermenilerden gelmişti. Türk ilerleyişiyle beraber Akdeniz üzerinden İtalya’ya kaçan Ermeni topluluklar zaten havadisleri taşımıştı. Bazı rivayetlere göre, 1074’te Ermeni patriği 2. Gregor Roma’ya bizzat gitmişti. Her halükârda, Papa 7. Gregory’ye yazdığı mektuba 1080’de olumlu bir cevap aldı. 7. Gregory’nin halefi 2. Urban 1099’da haçlı seferlerinin başlatıcısı oldu. Kudüs Eyyubîlerin eline geçtiğinde, ikinci haçlı seferinin kışkırtıcısı da yine Ermeniler olacak, sonraki seferlerde de Ermenilerin davetkâr rolü değişmeyecekti.

Yardım-yataklığın ötesinde

Haçlıların en candan dostları onlardı. 1584’te 8. Gregory’nin papalık fermanında bu gerçek şöyle geçiyordu: “Hiçbir millet Ermenilerden daha hevesli Haçlılara yardım etmemiştir. Ermeniler Haçlılara asker, at ve yiyecek gibi gerekli maddeler temin etmiştir.” Ta Konya’dan başlamak üzere Latin ordusunun iaşesi Ermenilerce karşılandı. Kozan’da Latinlerin Torosları geçmeleri için bolca erzak verdi ve şevkle kılavuzluk yaptılar. Tarsus’ta, Maraş’ta, Urfa’da bu dayanışma artarak devam etti. Yardım-yataklığın ötesinde Ermeni güçleri aktif biçimde haçlı ordusunun parçasıydı. Hemen tüm Ermeni asilzadeler savaşa dindaşlarının safında katılmıştı ve savaştaki ağırlıkları Franklarınkine denkti.

Antakya önlerine geldiklerinde Firuz isminde zırh ustası bir Ermeni, korumakla görevli olduğu burçlardan gizlice sarkıttığı ip merdivenle haçlı özel birliğin kaleye sızmasını sağladı. Kentteki kalabalık Müslüman nüfus kılıçtan geçirilirken onları kurtarmaya gelen Kürboğa’ya karşı haçlı zaferi Ermeni tarihçilerce ballandıra ballandıra anlatıldı: “Onlar, Allah’ı yardımlarına çağırıp hep birden, gökten fırlayıp dağları yakan ateş gibi Müslüman askerlerinin üzerine atıldılar ve bütün orduyu firara mecbur kıldılar. Franklar, Müslümanları şiddetle kovalayıp onları kılıçtan geçirdiler. Onların kılıçları kanla doydu ve bütün ova cesetlerle kaplandı. Îlâhî hiddet, daha ziyade düşmanın piyade kuvvetinin üzerine düştü. Çünkü onlardan 300 bin ateşle mahvedildi ve toprak, geniş bir sahada, cesetlerden dolayı taaffün etti. Franklar, büyük miktarda ganimet ve esirlerle beraber sevinç tezahüratıyla Antakya’ya döndüler. O gün, Hıristiyanlar için büyük bir sevinç günü oldu.”

Herkes düşman ve müttefik

Latinler, Bizans’tan ve Türklerden alacakları topraklarda kendi krallıklarını kurmak niyetiyle yola çıkmıştı. Ermeniler de aynı şeyi kendileri için istiyordu. Artık herkes herkesin düşmanıydı ve bu yüzden herkesle de müttefikti. Latinlerce Baron unvanı verilen Ermeni soylularla yaptıkları evliliklerle akraba olsalar da haçlılar Ermenileri kullanmak ve boyunduruk altına almak muradındaydı. Ermeniler aldanmıştı, dönemin vakanüvislerinin eserlerinde bu hayal kırıklığı okunabilirdi.

Güvensizlik karşılıklıydı. Akka piskoposu, papalığa yolladığı mektupta yerli Hıristiyanları “Müslümanlara sır satmakla” suçluyor, “sapkınlıklarını” yeniden hatırlatıyordu. İtikat ve ibadetlere dair ihtilaflar tekrardan gündemin baş sıralarına yükselmişti. Roma gönderdiği ordular sebebiyle Ermeni kilisesinden taviz istiyor, Ermeni papazlar da papayı oyalayarak ulusal kimliğin ayrılmaz parçası gördükleri mezheplerine sıkıca sarılıyorlardı. Noel kutlamalarının tarihi ve son akşam yemeği usulü hakkındaki talepler bile yerine getirilmemişti. Hayal kırıklığı da müşterekti. 300 yıl boyunca papalık boşa kürek çekmişti.

Türk tehdidinden ve Bizans’ın siyasî, teolojik dayatmalarından kaçıp sığındıkları haçlılar Ermenilere umduklarını veremedi, bilakis asırlar süren kargaşadan sonra ellerindeki küçük krallıklardan da oldular. İşbirlikçilik yanlarına kâr kaldı.

Kadeh ve zehir

Haçlı kontlukları zayıflayıp çekildiğinde Ermeniler eski komşularıyla baş başaydı.  Harzemşahları tepeleyerek doludizgin İran’a gelen Moğollar Ermenilerin yeni umudu olabilirdi. Aknerli Grigor şöyle yazıyordu: “O müthiş millet, dünyada bize hâkim olacaklarına dair Allah’ın iradesine vakıf olunca, askerlerini topladı ve İranlılara karşı yürüdü.” Ermeniler, en baştan itibaren Moğolların Tanrı tarafından görevlendirildiğine ve yenilmez olduklarına inanmışlardı.

Cengiz Han’ın cellâtları önlerine çıkan herkesi doğrarken Ermeniler de ilk başta meramlarını anlatamadı. Birkaç karşı koyma denemesi hüsranla sonuçlanınca direnmediler. Ani’yi yağmalama sırası bu sefer Moğollarındı. Aknerli Grigor o vakit şöyle yazdı: “Bu acayip suratlı kavim, türlü türlü günahlarımızdan dolayı, yalnız kadeh olarak değil, aynı zamanda zehir olarak da üzerimize geldi.” Kadeh olması, Müslümanlara karşı cenkleriyle verdikleri zevktendi. Bu güçlü İslam düşmanıyla ittifakın bir yolu olmalıydı.

Buna en hevesli olanlar Kafkas ve Klikya Ermenileriydi. Kendi rızalarıyla Moğollara katıldıklarından ötürü Moğollar da kendilerini çok önemsedi. Coğrafya, tarih ve halklarla ilgili bilgilerini de önemsiyorlardı; çok iyi de kılavuzluk ve casusluk yapıyorlardı. Anadolu içlerine onların desteğiyle ilerlediler. Erzurum’un düşüşünde o  valinin hıyaneti vardı. Anadolu Selçuklularının belini kıran Kösedağ Savaşı’nda, sağ cenahta çarpışan Ermeni askerlerinin zaferdeki payı büyüktü.

Mağlup Selçuklu sultanı karısını Çukurova’daki Ermeni kralına emanet ettiğinde Kral 1. Hetum’un ilk yaptığı şey, Moğollara yaranmak için, durumu haber etmek ve emanete ihanetti. Bu, çok az kralın ve kavmin yapabileceği bir işti.

Mükerrer, aynı hatalar

Sivas katliamında da Halep, Humus ve Şam işgallerinde de en önde Ermeniler vardı. Moğol ordusunda daimî Ermeni birlikleri başından beri buluyordu. Moğollar onları kendi taht kavgalarında bile sahaya sürüyordu. Savaşlarda 5-10 bin Ermeni asker görev alıyordu. Önden gidiyor, Moğollar yaylı silahlarla arkadan geliyordu. İhanet ihtimaline karşılık da müstakil birlikler hâlinde savaşmaktan men ediliyorlardı. Mancınık ve lağım gibi teknik işler onlardan soruluyordu. Ordunun iaşesi de.

Halep’teki katliam, Moğolların Bağdat’taki kıyımlarından feciydi. Şam’da da Ermeni ahali, camileri ateşe verdi, pislik attı, şarap döktü. Genç kızları toplayıp Moğollara peşkeş çektiler. Düne kadar komşuluk ettikleri bu insanlara duydukları kin gözlerini bürümüştü. Bir gün bedelini ödeyeceklerini düşünmediler.

Moğol dalgası da geri çekildi. Ermeniler yeniden komşularıyla baş başa kaldı. Kirli ittifaklarla kirlenmiş, boş ellerle. Bu kadar sanatkâr çıkarmış bir milletin bu derslerden ibret alması beklenirdi. Hayır, aynı hataları asırlar sonra tekrardan yapacaklardı. Karakter kaderdi. Yahut da tam tersi.

Bülent Tokgöz

1 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

Yasin için bir cevap yazın Cevabı iptal et

  • Ellerinize sağlık hocam , Ermenilerin en sadık tebaa oluşu ozaman ellerine güç geçene kadar ; yazıda da okuduğumuz gibi tüm tarihleri boyunca ihanet eden bir topluluk olmuşlar .