Röportaj

Türkiye, ne Doğu’ya sığar ne Batı’ya

Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün. Elinde daima tesbihiyle görürsünüz onu, mevsimine, iklimine, bazen de kendi iklimine göre değişen renk ve tonlarda tesbihiyle, suhulet ve sükûnetle selamlar sizi Süleyman hoca, bir mekana girdiğinde. Bildiğimiz “köşe yazarı” değildir, “köşede” kalmaz sadece yazdıkları, gazete köşelerine, düşünsel derinliği, katmanları ve enerjisi olan “yoğun ve akıcı” yazılar kaleme alır Yeni […]
Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün. Elinde daima tesbihiyle görürsünüz onu, mevsimine, iklimine, bazen de kendi iklimine göre değişen renk ve tonlarda tesbihiyle, suhulet ve sükûnetle selamlar sizi Süleyman hoca, bir mekana girdiğinde. Bildiğimiz “köşe yazarı” değildir, “köşede” kalmaz sadece yazdıkları, gazete köşelerine, düşünsel derinliği, katmanları ve enerjisi olan “yoğun ve akıcı” yazılar kaleme alır Yeni Şafak gazetesinde. Aynı zamanda TVNET televizyonunda yayınlanan “Akıl Odası” programının da daimi yorumcularından biridir. Bildiğimiz yorumcu – uzmanlardan da değildir. Bildiğimiz güncel başlıklara çok denklemli, çok ihtimalli ve bütüncül bakış açıları sunar Süleyman Seyfi hoca…
Oğuzhan Dursun, Süleyman Seyfi Öğün hoca ile gerçekten özgün, bugün gazetelerde ve dijital mecralarda pek karşılamayacağımız evsafta güçlü bir röportaj yaptı. Hani İsmet Özel’in bir kitabının ismidir ya; “Sorulunca Söylenen”… Bazı şeyler, sadece sorulunca söylenir.
Oğuzhan Dursun imzalı bu kıymetli söyleşi ile sizi başbaşa bırakıyor, iyi (Mücerret) okumalar diyoruz.
(İsmail Halis)

Tarihin Çöp Tenekesi Yok

Yusuf Kaplan, “Osmanlı bilfiil öldü ama bilkuvve yaşıyor” sözünü sık tekrar eder ve medeniyetler coğrafyasını imleyerek gönüllerde yaşayan bağdan bahseder. Ne demek bu “medeniyet coğrafyası” ve bizim için ne ifade ediyor? Ulus-devlet paltosu Türkiye’ye dar mı geliyor?

Yusuf Kaplan’ın tespiti çok doğrudur. İfadeleri ve oturttuğu kavramlar da çok doyurucu. Osmanlı bilfiil ölmüştür ama bilkuvve yaşıyordur. Bu, aslında sürekliliği anlatıyor. Tarihsel süreklilikleri tarihi anlamak için kurmak durumundayız. İstesek, istemesek, reddetsek, baş tacı etsek de fark etmiyor çünkü tarihsel süreklilik işliyor. Yok olduğunu zannettiğimiz şeylerin, tesirli bir şekilde, bir süre sonra var olduğuna şahitlik ediyoruz. Yani tarihin çöp tenekesi yok. Bazı şeylerin üstü örtülüyor zamanla, bu bir birikim. Bu birikim içinde bazı unsurlar geri çekiliyor veya tanım dışı kalıyor. Fakat bir süre sonra bakıyorsunuz, tanımlanmasa da varlığını idame ettiriyor.

 

Biz kimiz? Siz, bizi tanımladığınız zaman zihninizde nasıl bir küme beliriyor?

“Biz kimiz?” sorusuna verilmiş çok ağdalı cevaplar var. Modern dünya bunu kışkırtıyor. Mesela ulusal kimliği tanımlıyor, herkesi onun içine sokuyor, herkes onun içinde o olduğunu söylüyor. Dinsel kimlikler de böyle. Dolayısıyla kimlik hesabı yaparken söylemlere bakmıyorum ya da söylemlerde neyin vurgulandığına bakmıyorum. Bir insanın kendine nasıl ‘kim’ dediği önemli değil. Ama bunu yaparken neyi eksilttiği veya neyi arttırdığı, neyi içerdiği veya neyi dışladığı daha önemli.

Dolayısıyla biz kimiz sorusunun hülasası arttırdıklarımı ve eksilttiklerimizle doğru orantılı. Örneğin bir insan “Sen kimsin?” sorusuna yarım saat cevap verebilir ama ben ona bakmam. Söylem içerisinde satırlara tam yansımayan veya satırlara eksik yansıyan ifadelere bakarım. Orada neyi eksiltiyor neyi arttırıyor… Mesela kendisini tanımlarken herhangi bir etnik topluluğu eksiltiyor mu, herhangi bir dinsel grubu eksiltiyor mu, kendini başka şeyler üzerinden arttırıyor mu? Bunlara bakarım. Dolayısıyla süzdüğüm şeylere göre onun kim olduğunu söylerim. Aslında bu, ‘kim’ sorusu da değil ne olduğu sorusuyla çok bağlantılı.

 

Tarihsel Mukadderat Bağlarına Bakmak Zorundayız

Bizi biz yapan unsurlar neler?

İlişkilerimize bakmak zorundayız ve o ilişkilerin içinde döndüğü tarihsel mukadderat bağlarına bakmak zorundayız. Mesela bugün yedi yüz küsür bin kilometrekarelik bir coğrafyanın insanları, misak-ı milli, kendine Türk diyor, olabilir. Mesela Balkan coğrafyası bunun dışında ama baktığımız zaman bugünkü modern Türklerin Balkanlardan ayrılması 1912. Ama tam kopmadık, hala orada bir coğrafi alanımız var. Fakat Balkan topluluklarıyla Anadolu toplulukları arasındaki mukadderat, gitmeler, gelmeler, göçmeler, yerleşmeler, kız almalar, mal dolaşımı, kültür dolaşımı bunlara baktığımız zaman iki bin senelik tarihi var. Bunun son bin senesine Türkler ortak. Biz Anadolu’ya gelerek nereye geldik: Rumeli toprağına. Onun için tarihin belli bir momentinde insanların bu konuda ne dedikleri, hangi coğrafyalar üzerinden söyledikleri, neyle sınırlandırdıkları o kadar önemli değildir. Daha kuvvetli bağlar var, onlar bugün unutulmuş gözüküyor ama Srebrenitsa’da katliam olduğu zaman buranın insanları ciğerlerinden bunu hissettiler. Bilinçaltı onlara “Ne oluyor” dedirtti, o acıyı hissettiler halbuki yerini sorsanız gösteremezler.

 

Yerlilik İçeride, Millilik Dışarıda İhtiyacımız Duyduklarımız

Bizde millet özünde din temellidir. Fakat cumhuriyet ile beraber uluslaşıp daha seküler bir palto giydi. Yine de tam olarak keskin bir ayrımdan söz etmek zor. Bugünse milli ve yerli olmak siyasetin ana gündem maddesi olarak tartışılıyor. Milli ve yerlilikten bugün tam olarak ne kastediliyor?

Bunu Sayın Cumhurbaşkanı dile getirdi. Bu, bir tesadüf değildir, bir tecrübenin içinden söylenen dramatik bir tecrübedir. Fakat bunun içi doldurulmadı, herkes bundan bir şey anlıyor. Mesela bunun sınırları nedir, nedir yerli, nedir milli, bunlar aynı şeyler midir? Bu konularda en küçük entelektüel tartışma yok, arayış yok, gayret yok. Bu benim AK Parti’ye eleştirimdir, AK Parti’nin ideologlarının bunu formüle etmesi ve tanımlaması gerekiyor. Nasıl bir zamanlar muhafazakarlık ve demokratlık üzerine yazıldı, bunun ideolojisi, teorisi oluşturulduysa millilik ve yerlilik üzerine de yapılmalı. Bu konuda ölü toprağına serilmiş gibiyiz. Halbuki çok büyük eksiklik. Ben her ikisini ayırıyorum, ikisi aynı şey değildir. Yerlilik, bizim içeride ihtiyaç duyduğumuz bir şeydir. Millilik ise dışarıda ihtiyaç duyduğumuz bir şeydir. Bunlar aynı şeyler değildir. İçeride millik, milliyetçilik yapmaya kalkarsak bu iyi netice getirmez ve dışlayıcı olur. İçeride yerli olacaksın. Mesela insanların meşrepleri farklı olabilir, etnik kökenleri farklı olabilir, dinsel inançları farklı olabilir, siyasi tercihleri farklı olabilir. Bu ülkeyi seviyor musun, bu ülkeye bağlılık duyuyor musun ve senden farklı olanlarla birlikte ortak mukadderat bağı yakalayabiliyor musun, yerlilik budur. Bu, bizi çoğaltır, zenginleştirir ve güçlendirir. İri ve diri olmanın yolu budur. Dışarıya karşı milli olacaksın. Herkes öyle oluyor. Fransa milli bir siyaset güdüyor. İngiltere milli bir siyaset güdüyor. Nedir o? Çıkar. Bu ülkenin insanlarının çıkarları için savunma, direnç geliştirmeli ve taktik belirlenmelidir.  O, dışarıya karşı bir şeydir. Dışarıya karşı olan bir şeyi içeride de savunmak doğru bir şey değildir. Milli ve yerli olunması gerektiğini söylüyorum ama nerede ve hangi zeminde olacağı değişir. Bu meselelerin içi doldurulmadı. Bu meselelerle ilgili forumların açılması, sempozyumların düzenlenmesi gerekir. Bu işi popülizmin konusu haline getirmemeliyiz ve afakileştirmemeliyiz. Bu çok ciddi bir şey. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla ve değiştirdiği kabukla çok ilgili. Dünya dönüşüyor, Türkiye kendini yeniden tanımlayacak, bunun için ihtiyaç var. Buralarda ki sapmalara çok dikkat etmek lazım. İçeride milliyetçilik yapmaya kalkarsak kırıcı oluruz. Milliyetçilik içeri dönük bir şey söylemez, dışarı doğru söyler. Örneğin dışarıya karşı savunacağımız milli direncimizi zayıflatan şeyler tanım gereği dışarıda kalır. Bunlarla ayrıca uğraşmaya gerek yok. Yani siz bu ülkeyi sevmiyorsanız, bu ülkenin çıkarlarını öncelemiyorsanız, o yerlilik çizgisinde değilseniz dışlanırsınız.

 

Türkiye’yi Doğu ve Batı’ya Sığdıramazsınız

Bugün herkesin bir Doğu’su var. Peki, Doğu nedir? Bugün bu kavram sadece pejoratif bir anlam kıyafetine mi büründü? Negatif tanımla “Batı olmayan” şeklinde bir tanım yapmak kendi başına sorunlu mu?

Ben Doğu ve Batı ayrımını yapmam, lügatımda yoktur. Çünkü Doğu-Batı ayrımı son derece suni bir ayrımdır. Neye göre Batı, neye göre Doğu? Bizi de bir anlamda fakirleştiren bir kavram. Kendimizi ne Batı ne de Doğu gibi görmek durumundayız. Türkiye üç kıtanın birleştiği, kalbinin attığı bir yer. Bunu Doğu ve Batı’ya sığdıramazsınız.

İdeolojik bir şeydir. Necip Fazıl kullanıyordu: “Büyük Doğu”.

Buradan ne aşağılık kompleksi türetmeye ne de yücelik kompleksi türetmeye gerek var. Türkiye şunu unutmayacak, üç tane büyük kıtanın (Afrika, Asya, Avrupa) birleştiği yerde. Bunu Doğu-Batı ile anlatamazsınız. Türkiye’nin coğrafyası kalbi bir coğrafyadır, basit bir tanıma girmez.

Ortadoğu İngiliz tanımıdır, ben öyle demem. Tabi mecburen kullanıyoruz, anlaşılabilir olmak için kullanıyoruz. Onun asıl adı “Bereketli Hilal”dir. Bu, çok kadim bir isimdir. Ortası ve doğusu yoktur, başka şeyleri çağrıştırır. Bugün Doğu Akdeniz yeniden Verimli Hilal’dir. Çünkü doğalgaz kaynakları çıkıyor. Su meselesi var, petrol bölgeleri var. Hala verimli bir hilal.