Röportaj

“Dergiler, düşüncelerin fikir fideliğidir”

Şehirlerin hafızası vardır, şehirlerin kimliği ve tarihi vardır. Kahramanmaraş Türkiye’nin edebiyat hafızasıdır. Maraş, bir neslin gelişimine katkı sağlayan şair ve düşünce adamlarını yetiştiren edebiyat şehirdir.

Maraş’tan yetişen neslin devamlılığını sağlamak, Maraş’ın düşünsel hayatına katkı sağlamak için çaba sarf eden Duran Boz, alıp verdiğimiz nefesten hesaba çekileceğimizi bilmenin bilinciyle yaşamını sürdürüyor ve genç edebiyatçılara yol gösterici oluyor.

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan Yitiksöz Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Duran Boz ile edebiyata, dergilere, Necip Fazıl’a, Yedi Güzel Adam’a, Maraş’a, Yitiksöz’e ve birçok meseleye dair çok özel bir röportaj gerçekleştirdik.

İyi (Mücerret) okumalar

Türkiye’nin edebiyat başkenti Maraş kabul ediliyor. Maraş’ın edebiyat başkenti olarak kabul edilmesinin nedenini öğrenebilir miyiz, Maraş’ta edebiyata ve kültüre dair neler yapılıyor?

Maraş, kadim bir geleneğe sahip bir şehir. Kadim geleneğe sahip şehirlerde kadim kültürler de bir arada bulunur. Özellikle Necip Fazıl’ın kendisini Maraşlı hissetmesi ve dedesinin torununa, “Büyükbabanın memuriyet ve mevkii ile iftihar etmeyeceksin, ancak onun içinden geldiği yer ve o yerdeki itibar derecesiyle övüneceksin.” demesi Necip Fazıl’ın Maraş ile gönül bağı kurmasını beraberinde getirdi.

Sezai Karakoç’un ortaokulu Maraş’ta okuması, Halide Nusret Zorlutuna’nın yolunun bir şekilde Maraş’tan geçmiş olması, Mehmet Akif İnan’ın Urfa Lisesi’nden Maraş Lisesi’ne gelmiş olması ve burada Nuri Pakdil ile başlayıp devam eden geleneğin canlı olarak sürüyor olması Maraş’ın edebiyatın baş şehri oluşunu beraberinde getirmiştir.

Karakoç kardeşler de Maraş’ta şiir kaynağının bir başka kaynaktan akmasını beraberinde taşımıştır. Maraş’ta halk şiiri de yatağını genişleterek akar. Karacaoğlan, Behlül Ali, Mahsuni Şerif, Hayati Vasfi Taşyürek, Kul Ahmet, Âşık Yener gibi çok sayıda halk ozanının burada bulunmuş olması Maraş’ın edebiyat şehri olmasını zorunlu hale getirmiştir.

Maraş, yol güzergâhında bir şehir değildir ve tabiatla içli dışlıdır. Bu durum Maraş insanının kendi kendine yetiyor olmasını beraberinde getirmiştir. Maraşlı kendi kendine yetebilen bir insandır. Yani fazlaca dışarıya bel bağlamaz. Maraşlı kendisi üretir ve kendisi pazarlar. Bütün bunlar Maraş insanının içte derinleşmesini ve dışa açılmasını beraberinde getirdiği gibi Maraş’ın da kültür ve edebiyat şehri olmasına da zemin hazırlamıştır.

Nuri Pakdil ve arkadaşlarıyla başlayan süreç, Maraş ile ilişkilerini devam ettirişleri ve hiçbir şekilde Maraş ile bağlarını koparmamış olmaları Maraş’ta edebiyat ve dergiler kuşağının oluşmasını tetiklemiştir. Bundan dolayıdır ki Maraş’ta her zaman mutlaka gazetelerde sanat sayfaları düzenlenmesinin yanı sıra edebiyat dergiciliği anlamında çeşitli dergiler de yayınlanmıştır.

1950’li yıllarda Nuri Pakdil ile başlayan “Hamle” ateşinden sonra 1960’larda Cahit Zarifoğlu’nun “Açı”sı, 1964’ten itibaren İmam Hatip’in “Gonca” dergisi, daha sonra çıkan 14 sayılık “Kelam” dergisi, arkasından “Esra” yazıları, 1984’lerde başlayıp 131 sayı çıkan “İkindi Yazıları” ve aynı süreçte devam eden “Dolunay” dergisi, “Yalnız Ardıç” dergisi, “Demokrasiye Hizmet”, “Engizek”, “Gençlik”, “Işık”, “Aksu” gibi gazetelerde düzenlenen sanat-edebiyat sayfaları Maraş’ta her dönem gençlerden oluşan bir edebiyat kuşağının oluşmasını da beraberinde getirdi.

Bütün bunları topluca değerlendirdiğimizde Maraş’ta yazmaya ve okumaya gönüllü insan sayısının azalmadan fazlalaştığını görmekteyiz. Ancak bu fazlalaşma nitelik olarak derinleşmeyi de koruyabilseydi çok daha aydınlık ve ses bırakan şairlerin, yazarların yetişmesini sağlardı. Şimdi de “Alkış”, “Usare”, “Güzlek”, “Yitiksöz”, “Evelâhir” gibi dergiler Maraş’ta sanat-edebiyat havasının sürüyor oluşunun ortaya konmuş halidir.

Kültürel mekân olarak Maraş’ta bedenleşen bir “Edebiyat Kıraathanesi” var. 2 Nisan 2010 itibariyle açılan “Edebiyat Kıraathanesi”nde pandemi sürecine kadar her hafta öğrencilere şiir okutarak, öğrencilerin edebiyat/Türkçe derslerinden birini orada yaparak, ilin kendi imkânları içinde söyleşiler gerçekleştirerek, il dışından konuşmacılar getirerek çok canlı aktiviteler gerçekleştirildi. Bu aktiviteler devam ederken Rasim Özdenören, Necati Mert, Arif Ay, Hüseyin Su, Cemal Şakar, Necip Tosun, Yunus Develi, Ömer Erdem, Aykut Ertuğrul, Güray Süngü, Ali Ayçil, Necdet Subaşı, Emin Gürdamur gibi yazar ve şairler Maraş’a getirilmek suretiyle hem “Edebiyat Kıraathanesi” söyleşiler gerçekleştirdiler hem de çeşitli okullarda kitapları okutulmak suretiyle yazar-okur buluşmaları gerçekleştirdiler. Bunların hepsi Maraş’ın bir kültür ve edebiyat şehri olmasına katkıda bulunan etkinliklerdendir.

Dünya, büyük bir köydür

Kahramanmaraş’a baktığımız zaman her alanda Türkiye’ye örnek olan bir şehrimizi görüyoruz. Edebiyatta, şiirde, kültür ve sanatta önemli bir noktada olan Kahramanmaraş şimdi de UNESCO‘ya Türkiye’den edebiyat alanında müracaat eden ilk ve tek şehir oldu. UNESCO’ya müracaatınız hakkında neler söylemek istersiniz?

Kültür her ne kadar yerel olsa bile yerelden evrensele doğru açılışı söz konusudur. Marshall McLuhan’ın ifadesiyle “Dünya büyük bir köy haline geldi.” Cidden büyük bir köydür. Yazarların eserleri kendi dillerinin dışında dillere çevrilerek, yazarların eserleri farklı dil ve kültürlere mensup insanlar tarafından okunmak suretiyle bir kültürel alışveriş, kültürel dokunun paylaşılması kendiliğinden oluşuyor. UNESCO, bu anlamda ağında bulunan şehirlerin dünya ülkeleriyle bir kültürel alışverişin gerçekleşmesine, düşünsel atmosferin oluşmasına katkı sağlayacaktır ki bu yönüyle Maraş’ın “UNESCO Yaratıcı Şehirler” ağına girmesi zorunludur, kaçınılmazdır.

Bugün bir insana dokunamadan evimize dönmememiz gerek

Türk edebiyatında “Maraş ekolü“nü oluşturan Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Akif İnan, Alaeddin Özdenören gibi isimler şehrinizden çıktı. Nasıl oluyor da Maraş’tan bu kadar çok değerli edebiyatçı ortaya çıkıyor?

Necip Fazıl, 1934 yılı sonrası ilk eserini “Maraş”ı anlatarak veriyor, “Tohum” piyesi. “Tohum”de Maraş’ın istiklal kavgası konu edinilir. Maraş ruhu anlatılır, Maraş’ın özgürlükçü ruhu sunulur. Necip Fazıl’ın kendini buraya bağlaması ve Maraşlının kendine yetebilir insan olma tutumu burada kendi kendine okumayı, kültürlenmeyi beraberinde getirmiştir. Maraş’ta uzun kış gecelerinde söz bilen aile büyükleri etrafına çocuklarını ve torunlarını toplayarak Hz.Ali Cenkleri, Kerem ile Aslı, Battalname, Köroğlu Destanı, Dadaloğlu gibi değerleri anlatarak çocukluktan kuşatmaya alıp bir kültürün aktarılmasını sağlamışlardır. Bununla beraber Maraş’taki ruh edebiyatta uyanmıştır.

Nuri Pakdil, bunların içerisinde en klas duruşlu olanı ve insan ağını en iyi kuranlardan biridir. 1973’lerde öğretmenlik yapan bir arkadaşına yazdığı mektupta, “İnsan avına çıktık.

Elimiz boş dönmemeliyiz akşam olunca inimize.” der. Bugün bir insana dokunamadan evimize dönmememiz gerektiği noktasında öğüdü vardır. Yine Anadolu’nun bir kasabasında çalışan bir öğretmene yazdığı mektubunda, “Biz hiçbir şey yapamıyoruz aslında, çok çalışmamız gerekiyor. İmam Hatip’i bu dönem bitirecek çocukların üniversiteye gitmeleri için çok çaba göster. Senin eserlerin, bizim çırpınmalarımızdan azizdir.” diyerek “Bu haziranda mezun ettiğin iki öğrenciyi, liseyi bitirterek fakülteye gönderebilirsen Paris’i teslim alabiliriz. Görevin bunun için mübarektir, unutma!… Ben Paris’teyim diye görevini aksatma. Sana güvenim büyüktür!” Nuri Pakdil’in özendirici çabaları, ortaokuldayken Büyük Doğu’yu izlemeye başlaması, okumaya-yazmaya ailesi tarafından bilinçlice hazırlanıyor olması, erken yaşlarda evine Ahmet Kuşçu adında özel öğretmenin gelmesi süreci, Kur’an’ı öğrenme süreci, temel bilgileri öğrenme süreci ve okula uzun aradan sonra başlayış süreci içerisinde kendince de hep okumuştur. Babası eve sürekli kitap taşımıştır, annesi sürekli bir şeyler anlatmıştır. Annesinin anlattığı şeyler için Nuri Pakdil söylüyor, “Annem bize öyküler anlatırdı, anlattıkları Orta Doğu ve Afrika coğrafyasına ait öykülerdi. Annem bunları kendisi mi uydururdu yoksa bunlar bir yerde yazılı mıydı anneme bir türlü soramadım.” Anne ve babanın Nuri Pakdil’in üzerine titremeleri, onda zihin kurucu rol üstlenmeleri, onu adeta bugüne hazırlama çabası içerisine girişleri Nuri Pakdil’in kendisine güvenli ve dimdik durmayı becerebilen bir tavrı ortaya koymuştur. Ortaokula da gönderilmemiştir üç yıl. Bu üç yıl içerisinde Maraş Kapalıçarşı’daki manifatura mağazasına devam ediyordu ama buraya giderken okula gidiyormuşçasına elinde çantası ve kitaplarıyla mağazaya gidip geliyordu. O yıllar da bir yığın kitap okuduğunu ifade ediyor. Hz. Peygamber’in hayatını anlatan, sahabe hayatını anlatan, Hadisleri içeren kitapları okurdu. Aynı zamanda ilkokula uzanan yazı yazma serüveni vardır, kendi kendine karamalar yapardı. Bütün bunlar Nuri Pakdil’in güvenli bir istikamet ve duruşla 1954-1955 eğitim yılında çıkaracağı “Hamle”ye hazırlıyor onu. “Hamle” dergisini çıkarma çalışmaları yaparken diğer yandan da öğretmenleri de yazma meselesine görevlendiriyor. 1954-1955 eğitim yılında Nuri Pakdil mezun oluyor, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne gidiyor. Arkasından asıl kuşak geliyor.

Rasim Özdenören diyor ki, “Geldik okula kaydolduk, elimize Hamle dergisi tutuşturuldu. Derginin kapağında “Said Faik’e saygıyla” yazıyor, ben bilemedim bunun kim olduğunu, sonraları öğrendim önemli Türk öykü ustası olduğunu.” diyor. Sınıfında Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, Ali Kutlay, Ahmet Kutlay ve Hasan Seyithanoğlu vardır. Bunların hepsi aynı sınıftalar. Aynı sınıftaki bu insanlar bir yandan da okuyorlar.

Sezai Karakoç, Diyarbakır-Ergani doğumludur. Parasız yatılılık sınavlarına giriyor, sınavların sonucunda Maraş Ortaokulu’nu kazanıyor. Geldiğinde kasım ayıdır, olağanüstü çabası gelir gelmez kendisini ortaya koymasını sağlıyor. Onun kendi kendini ifade edişi, Büyük Doğu’yu izlemeye başlayışı, Büyük Doğu’yu izlerken kendi kendine Osmanlıca eserler okuması, yoğun okuma sürecine giriyor olması ve Namık Kemal üzerine yaptığı konuşma dikkatlerin ona yönelmesini beraberinde getiriyor. Necip Fazıl, “Ruhumun çocuğu” ifadesini kullanıyor Sezai Karakoç için.

Mehmed Beyazıt, Nuri Pakdil’in teyze oğlu ve Erdem Beyazıt’ın da amca oğlu, Sezai Karakoç ile ortaokuldan sınıf arkadaşıdır, oradan da kültürel anlamda bir akış vardır. Bütün bu akış Maraş’ta “yedi güzel adam”ın yolunu açan ve onlara el uzatan Nuri Pakdil, Necip Fazıl, Sezai Karakoç’un tavırları Maraş’ta bir çığırın oluşmasını beraberinde getirmiştir. Bu çığır sonraki zamanlarda İsmail Kıllıoğlu, Osman Sarı, Cemil Çiftçi, Kamil Aydoğan, Atıf Bedir, Necip Evlice, Ali Karaçalı, Nedim Ali Zengin, Mustafa Aydoğan ile bugünlere kadar akan bir çizgiyi besleyerek devam ediyor. Bu kesintisiz devam ediş Andırın’da küçük bir kasabayken 1984-1994 yıllarında on yıl çıkan “İkindi Yazıları” vardır ki bunun başkişisi Kamil Aydoğan’dır. O yıllarda Andırın’da lisede okul yöneticisiydi. Edebiyat’ın yayınını durdurduğu, Mavera’nın ise ağır aksak yayınına devam ettiği bu süreçte Andırın’dan başlayan büyük akıntı bütün Türkiye’yi kapsayan bir edebî ırmağa dönüştü. Büyük Doğu geleneği içerisinde yer alan çizginin sürdürücüsüdür.

Kemal Sayar, Yunus Develi, Şaban Abak, Adem Turan, Fikri Özçelikçi, Mevlana İdris Zengin, Nedim Ali Zengin gibi şairler/yazarlar ilk yazı deneylerine “İkindi Yazıları”nda başlamışlar ve bugün Türk edebiyatının özgün sesleri olarak yazmaya devam ediyorlar.

Necip Fazıl kök olarak Maraş Dulkadiroğlu Beyliği’nin Kısakürek kolundandır

Necip Fazıl’ın hayatında Maraş önemli yer tutar, bunu eserlerinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. “O ve Ben”de, “Ne büyük babamın rütbesi, Maraş ve Kısakürekoğulları” diyor. Daha sonra “Tohum” isimli tiyatrosunun mekânı işgal yıllarındaki Maraş’tır. Bu örneklere baktığımız zaman Necip Fazıl’ın hayatındaki Maraş’ın önemi hakkında ne söylersiniz?

Necip Fazıl kök olarak Dulkadiroğlu Beyliği’nin Kısakürek kolundandır. Dedesinin babası Ahmet Necip Efendi, Maraş müftülüğü yapmıştır 1800’lü yıllarda. Kısakürek adı da şuradan gelir; bir sefer dönüşünde Yavuz Sultan Selim bir cami temeli atacak, kürek istiyor ama kimse bulamıyor. O arada birini atıyorlar ortaya. “Kısakürek” diyor ve öyle kalıyor. Bir başka rivayet ise; kıtlık zamanında buğday dağıtılırken sapı kısa bir kürekle dağıtıldığı için Kısakürek denildiği ve ailenin de “Kısakürek” soyadını aldığı söyleniyor.

Ahmet Necip Efendi’nin güvenilir ve şahsiyetli bir kişiliği vardır. Ulema geleneğini içerisinde doğmuştur ve o geleneğin içerisinden gelmiştir. Dönemin Maraş’ında saygın bir ailedir. Dolayısıyla insan kendi kökleriyle bağını reddedemiyor. Necip Fazıl’ın bütün bağı Ahmet Necip Efendi’nin Maraş ile olan irtibatı ve Maraş’a dönük söylemleridir.

Maraş’ı muhalif ruhun yansıması olarak da görebilir. Böyle bir tarafı da olabilir. Maraş, kendi kendine yetebilen bir yerdir. Kendi kendine yetebilirlik muhalif ruhu besleyen tarafı beylik bir ruhu da beraberinde getiriyor olabilir.

“Ben, bu şehirde doğdum. Babam bir İstanbul çocu­ğu olmasına rağmen memur olarak atandığı bu şehirde iz­divacını yapar. Şehrimizin bili­nen ailelerinden Tuz Müdürü Hacı Nuri Kısakürek efendinin kızıyla evlenir. Bu evlilikten iki batında doğan dört ikiz kardeşten halen ikisi, ben ve ablam hayattayız. Ablamın ikizi Şeyhadil kabristanında uyuyor. Benim ikizim şair Alaeddin Özdenören ise Balıkesir Bahçeçeşme kabristanında yatıyor. Bu şehirde okula başladık. Bu şehrin havasını teneffüs ettik. Suyunu yudumladık. Onun mutfak lezzetini yazılarımızla bütün Türkiye’ye tattırmak ve tanıt­mak istedik.

Bu kentin insanını hem tanımaya, hem tanıtmaya çalıştık

Nuri Pakdil, Maraş’ta yaşadığından çok Maraş’ı başka kentlerde yaşamıştır. İstanbul’u anlatırken Maraş yedeğindedir. Nuri Pakdil ve Maraş’ta yetişen edebiyatçılar fiziki olarak Maraş’tan ayrılmalarına rağmen neden ruhsal olarak Maraş’tan ayrılamıyorlar? Bu edebiyatçıların hayatlarında ve eserlerinde neden Maraş hep bir yer edindi?

Nuri Pakdil’in “Bir Yazarın Notları” eserini eşelediğimizde buram buram Maraş kokusu vardır, her yanıyla metne sinmiştir. Hem ailesiyle ilgili bilgileri buluruz hem de Maraş’a ilişkin anlatıyı beraberinde görürüz. Belki de bu duruma Necip Fazıl’ın “Tohum” ile başlayan bir sürece de ivme katıyor olabilir. Rasim Özdenören’e burada fahri doktora verilirken kendisinin yaptığı konuşmada, “Ben şehrinizde doğdum, şehrinizde çocukluğumu yaşadım, şehrinizin suyuyla büyüdüm, dağı ve taşıyla buranın bende yitmeyecek bir karşılığı var.” diyordu. Dolayısıyla Nuri Pakdil’in, Rasim Özdenören’in, Cahit Zarifoğlu’nun, Erdem Beyazıt’ın, Alaeddin Özdenören’in yazılarında Maraş bir yaşanmışlığın işareti olarak yer alır. Şevket Bulut’un hikâyeleri, Tahsin Yücel’in hikayeleri, Abdurrahim ve Bahaettin Karakoç kardeşlerin şiirleri ve diğer adını sayamadığım arkadaşların hikâye ve şiirlerinde Maraş ana izlek olarak görünür. Yakınlarda belki yayınlanır, Maraş Öyküleri çalışmamız var. O çalışmadan bu sözünü ettiklerimizin izini sürülebiliriz.

Dergiler, düşüncelerin fikir fideliğidir

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi “Yitiksöz” dergisini çıkardı, siz de bu derginin genel yayın yönetmenisiniz. Dergiyi çıkarma fikri nerden çıktı, amacınız nedir, içeriği hazırlarken nelere dikkat ediyorsunuz?

Uzun zamandır dergi çıkarmamı söyleyenler vardı. Elli yıldır şehir merkezindeyim. Otuz yıldır da öğretmenlik yapıyorum. Buradaki arkadaşlar dergi çıkarmamın gerektiğini söylüyorlardı, ben de hep kaçıyordum. En sonunda böyle bir dergi çıkarma zarureti hasıl oldu. İsmail Kılıçarslan ve belediyedeki arkadaşlar dergiyi benim çıkarabileceğimi söylediler. Dolayısıyla dergiyi çıkarma yükümlülüğü üzerime kalmış oldu.

Türkiye geneline seslenen bir dergi olmasını isterim, ulusal ağda yer alan bir dergi olsun isterim. Nitelik olarak da yazılar ulusal ağda yer alan dergilerdeki yazılar kadar aynı düzeyi göstersin isterim.

Edebiyat çevresiyle tanışmam 1975’li yıllardır. Lise 1’deyken Nuri Pakdil adını duydum ve süreç içerisinde arkadaşlarımla beraber 1980 yılında yazmaya başladım. O zamanlar büyük bir hazırlık evresinden geçiyordunuz, yazınızı/yazacağınız yeri kendiniz hizalıyordunuz. Diriliş’te yazacağım derseniz ona göre hazırlık evresi geçiriyordunuz ve okuma-yazma süreci yaşıyordunuz. Edebiyat’ta yazacağım derseniz de ona göre hazırlık evresi geçiriyordunuz. Şimdi her şey darmadağın oldu, böyle bir yapı kalmadı. Her şey ucuzlaştı ve piyasası oluştu. Bu piyasa içerisinde en nitelikli olanı aramak yazarın ve şairin ödevidir. En nitelikli olanına talip olmak dergi yönetmeninin temel görevidir. Bu, bir sorumluluktur. Çünkü sözün daha fazla yalama olmasına tahammül edilmemelidir. Sözün yalama oluşu, kavramların anlamını yitirişi ve içinin boşaltılmış oluşu bu süreçle beraber ivme kazanmıştır. Bunun önünde durabilecek, yeni bir bakış açısı kazandırabilecek yorumlarla şiirin-öykünün-romanın hakkını verebilecek yazar adayları buradan çıkabilecektir.

Dergiler, düşüncelerin fikir fideliğidir. Yazının da fideliğidir. Çünkü yazar adayının/yazarın ilk yazı deneyini dergilerde yaptığı gibi ömür boyu dergilerle sürecek bir hayatı da vardır. Sözgelimi, 1957 yılında Rasim Özdenören’in ilk öyküsü “Akarsu” Varlık” dergisinde yayımlanır ve sonrasında Diriliş ve Edebiyat dergisinde. 1976 Aralık’ında Mavera dergisini çıkarıyorlar ve birçok yerde yazısı vardır. Demek istiyorum ki bir yazarın yolu dergilerde başlıyor, dergilerde geçiyor, dergilerde ömrü tamamlanıyor. Dergiler, bütün düşünsel kavgaların kızıştığı zeminlerdir. Buralarda düşünsel hayat soluklanıyor, nefes alıp veriyor. Onun için ben isterim ki “Yitiksöz” bütün ulusal ağda yer alsın ve burada yazan arkadaşlar buradan başlayarak ulusal ağa taşınsınlar. Birçok arkadaşım ulusal ağda yazan arkadaşlardır. İsmail Kıllıoğlu, Hilmi Uçan, Mehmet Narlı, Arif Ay, Mustafa Köneçoğlu, Hayrettin Orhanoğlu, İbrahim Gökburun, Mehmet Aycı; Eyyüp Akyüz, Bünyamin K. gibi birçok arkadaşım ulusal ağda da yazılarını yayımlıyorlar. Bunu yaparken yeni isimlere de yer açmak gerekiyor. Edebiyat dünyasıyla, okur-yazarlık dünyasıyla ilk tanışacak isimlere de alan açmak gerekiyor. Bu alanı açarken bir yazı ve düşünce terbiyesinin oluşması gerekiyor. “Yitiksöz” bu tutumu bir yöntem olarak seçebilirse umarım geleceğe güzel işler bırakacak.

Maraş’tan beslenen arkadaşlar zaman içerisinde Maraş’a yazılarında yer verecektir.

Derginiz Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi tarafından çıkarılıyor. Bir şehrin dergisi olmanıza rağmen içeriğiniz sanat, edebiyat, düşünce, kültür ve şiir içerikli. Derginizin içeriğinde neredeyse Maraş’a dair bir şey bile yok.  Derginizin Maraş’ın edebiyatına ve kültürüne nasıl bir katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?

Süreç içerisinde kendini belli edecek, hemen yerel tonları yansıtacak bir şey olmayabilir. Süreç içerisinde buradan beslenen arkadaşlar yazılarına Maraş’ı da yerleştirecekler. Buranın havası ve suyu yazılara karışacak ve Maraş yazılarda yer alacak. Nasıl ki Nuri Pakdil’in, İsmail Kıllıoğlu’nun, Rasim Özdenören’in, Cahit Zarifoğlu’nun, Mehmet Narlı’nın, Kamil Aydoğan’ın, Erdem Bayazıt’ın, Alaeddin Özdenören’in, Şevket Yücel’in,  Şevket Bulutun, Bahaettin ve Abdurrahim Karakoç kardeşlerin Maraş anlatılarına yer veriliyorsa, yazılarının dip akıntılarında Maraş söz konusu ise Maraş’tan beslenen arkadaşlar da zaman içerisinde Maraş’a yazılarında yer verecektir.

Edebiyatın sınırları geniştir, insanın sınırları da yaşadığı yer kadardır, yaşadığınız yeri daralttığınız sürece körlüğünüz artar

Derginizde Maraş’ta yetişen Nuri Pakdil’e, soyu Maraş’tan gelen Necip Fazıl’a dair yazılar var. Her sayınızda Maraş’ta yetişen veya Maraş’ı hayatında önemli bir noktaya koyan edebiyatçılara yer verecek misiniz, şehirlerimiz artık kendi edebiyatçılarına önem vermeye mi başladı?

Nuri Pakdil’e ilk sayıda yer verişimiz bir vefa gereğiydi. Elbette Nuri Pakdil bunun çok ötesini de hak ediyor. İstiyorum ki her sayımızda Maraş’ın yetiştirdiği portreler dergide yer alsın. Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, Şevket Yücel ya da ülke genelinde nitelikli yazılar yayınlayan kişiler yer almasın. Maraş’tan çıkıyor diye Maraş’a mahkûm olmuş bir sesin ifadesi değildir. Bütün Türkiye’yi kucaklayacak sese kapılarını açıyor fakat buradan çıktığına göre buranın değerlerini gözetmek zorundadır. “Yitiksöz” değeri olan her ürüne sayfalarını açarak değerlendirmeye uygun ürününü ortaya koymuş yazarların okur dikkatine sunulmasına sayfalarını açarak yürüyüşünü devam ettirecektir. Edebiyatın sınırları geniştir, insanın sınırları da yaşadığı yer kadardır, yaşadığınız yeri daralttığınız sürece körlüğünüz artar. Bu körlüğün aşılması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla her renge, her tona kapı aralamak gerektiğini düşünüyorum.

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi aynı ay içerisinde iki dergi çıkarmaya başladı. Diğer dergi de “Evelâhir” dergisi. İki derginin birbiriyle ilişkisi nedir, bu iki dergi neden ayrı çıkarıldı?

Evelâhir şehir-kültür dergisi.

Yitiksöz ise sanat-edebiyat-düşünce dergisi.

Evelâhir, Maraş’ın bütün tonlarını taşıyabilecek ve gösterebilecek bir dergi durumunda.

Yitiksöz ise sözü ayağa kaldırmayı önceleyen, sanatı, edebiyatı yaslanabilecek zemin olarak seçen bir dergidir. Düşünsel bir zemine yaslanan bir dergi olarak kalitesinden ödün vermeksizin yayınını sürdüreceğini umuyorum.

İkisinin kulvarları ve çıkarılış gerekçeleri farklıdır. Yitiksöz sanata ve edebiyata sayfalarını açarak yeni yazarların yetişmesini önceliyor.

Evelahir ise şehrin renklerini, tonlarını ulusala taşıyan bir dergi olsun isteniyor.

Umarım iki güzellik bir arada yürür. Bu iki güzellikten soy ürünler ortaya çıkar.

Son olarak, içerisinde Maraş geçen ve Maraş’ı bize anlatan 3 kitap önerisinde bulunur musunuz?

Nuri Pakdil – Bir Yazarın Notları 1-2-3-4

Rasim Özdenören – Gül Yetiştiren Adam

Şevket Bulut – Baharı Göremeyen Çocuklar