Portre

Mehmet Âkif, anlaşılmayı bekliyor

Mehmet Âkif, sadece bir şair; eseri Safahat da sadece bir şiir kitabı değildir. Âkif’i şair olarak, Safahat’ı da şiir kitabı olarak diğerlerinden farklı kılan özellikler var. Eğer onlar olmasa idi Âkif de edebiyat kitaplarında ve derslerinde adları geçen, şiirlerinden örnekler okunan bir şair olmaktan öte bir anlam ve önem taşımazdı. Ama öyle olmadı. O, diğer […]

Mehmet Âkif, sadece bir şair; eseri Safahat da sadece bir şiir kitabı değildir. Âkif’i şair olarak, Safahat’ı da şiir kitabı olarak diğerlerinden farklı kılan özellikler var. Eğer onlar olmasa idi Âkif de edebiyat kitaplarında ve derslerinde adları geçen, şiirlerinden örnekler okunan bir şair olmaktan öte bir anlam ve önem taşımazdı.

Ama öyle olmadı. O, diğer şairlerden, eseri diğer şiir kitaplarından daha farklı özellikler taşıdığı için, bunlar onu vefatından bu yana onca zamana rağmen hâlâ sevilen, sayılan, hatırlanan, görüşleri tartışılan biri haline getiriyor. Üstelik bu ilgi ve sevgi her geçen gün daha da artıyor. Her vesile ile ona atıfta bulunuluyor. Hakkında kitaplar yazılıyor, etkinlikler yapılıyor.

Nedir Âkif’i farklı kılan?

Mehmet Âkif’i ve eserini önemli ve farklı kılan özellikler denilince bakış açısına, beklentilere göre elbette farklı şeyler söylenecektir. Mesela İstiklâl Marşının ve Çanakkale Şehitleri şiirinin şairi olması onu daha geniş bir kitle nezdinde önemli kılan başlıca özellik olarak söylenebilir. Doğrudur, sadece bu iki şiiri yazmış olsaydı bile onu ve eserini önemli ve değerli görmemiz için yeterli olabilirdi. Ama mesele sadece bunlar da değil. Bunların ötesinde bir şeyler var.

Burada sanat anlayışı da bir sebep olarak zikredilebilir. Memleketin en zor yıllarında sanatını milletine adamak, onların dertlerini dile getirmek, her şairin göze alabileceği bir durum değil. Eğer olsaydı Çanakkale savaşına katılan Ahmet Haşim’den konuyla ilgili şiir ya da şiirler okuma imkânımız olurdu ama olmadı. Âkif ise cephede olmamasına rağmen olandan daha hassas bir yürekle Çanakkale’yi destanlaştırdı. Bu, elbette minnet duyulacak bir durumu ifade eder. Söz yerindeyse biri şiirini, diğeri milletini düşündü.

Bu noktada bir başka önemli özelliğinin fikirleri olduğu da söylenebilir. Elbette önemli bir sebeptir bu. Nasıl olmasın ki o kaotik dönemde kurtuluş adına herkes ithal fikirleri toplumun önüne bir reçete olarak sunarken Âkif, onlar gibi yapmayıp yerli, millî ve islâmî bir reçete ile çıktı toplumun karşısına. Bu fikir, Sezai Karakoç’un dediği gibi “kitlenin öz düşüncesi”ydi. Sorun, bu düşünceyle bağ kuramamaktı. Âkif, bunu sağlamaya çalıştı. Bu yüzden geniş kitleler nezdinde değer ve itibar kazandı.

Mücadelesi de elbette örnek bir mücadele idi. İkbal ve istikbal kaygısına düşmeden sadece milleti ve ülkesi için memuriyetinden ayrılıp mücadelenin içine atmak, bu uğurda şahsi hayatını hiçe saymak ve çok sayıda maddi ve manevi riskler almak her kişinin kârı olamazdı. Ama o, bunu çekinmeden yaptı. Kalemini kılıç gibi kullanarak bir cephe şairi oldu. Millî Mücadelenin manevi öncüsü olarak kabul edildi.

Âkif, şahsiyet abidesidir

Mehmet Âkif’i önemli ve değerli kılan asıl sebep ise bence şahsiyeti idi. Çünkü şahsiyet olmadan diğerleri çok da anlam taşımaz. Taşımadığı da pek çok şair örneğinde görülmüştür zaten. Bu yüzden Âkif’i şairler arasında çok özel kılan şahsiyeti bence onun en çok konuşulması ve anlaşılması gereken tarafı olmalıdır. Hani kendisi “rahmetle anılmak”tan söz eder ya; işte o, bunun kendisine nasip olduğu kullardan biri oldu. Şahsiyetinde problem olanlar ise ne yazarlarsa yazsınlar, böyle bir hitaba asla muhatap olamadılar.

O zaman Âkif demek bir kez daha söylemeliyiz ki şahsiyet demektir. Madem öyledir, bu şahsiyeti oluşturan değerler dünyasına bakmak durumundayız. Sözlükler, bu kelimeyi kişilik olarak açıklasa bile bu yeterli değildir. Şahsiyet, Nurettin Topçu’nun tarifiyle söyleyecek olursak “Bir ferdin kendine has görünüş, duyuş, düşünüş ve davranışlarının tamamı, şahsî varlık, kişilik, personalite. Şahsiyet, insanın kendi benliğinin farkında olması ve ona bağlı bütün hareketler üzerinde hürriyete sahip bulunmasıdır.”

Bu tanımlamada şahsen benim dikkatimi iki kavram daha çok çeker. Bunlardan ilki o “tamam” kelimesiyle ifadesini bulan “bütünlük” hadisesidir. Bunu bütün yönleriyle Âkif’te görmek mümkündür. Bu durumu inandığı gibi yaşayan, düşünen, hisseden, eser veren bir portre çıkarır karşımıza. Tutarlılık olarak da düşünebiliriz bunu. Ya da samimiyet… Hepsi bizi aynı yere götürecektir.

İkincisi ise “hürriyet” kavramıdır. Topçu’nun da dediği gibi ancak kendini tanıyan biri hür olabilir. Bu sebeple bütün hareketlerini hür kararlarla yapar. Şunun veya bunun (insan, fikir, olay vb) tesirinde kalmaz. Hür bir şekilde yaptığı için de mesuliyet hissiyle yapar. Şairin dediği gibi kendi gönlünün derdi asla yâdına gelmez. İşin edebiyatıyla değil şu mısralarında  söylediği gibi hakikatiyle uğraşır.

Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,

İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.

Böyle bir şahsiyet nasıl oluşur? Âkif’in hayatına baktığımızda bunun şifrelerini çözmek aslında zor olmaz. Bu oluşumda yetiştiği aile ortamı, sokağı, mahallesi, eğitimi, arkadaş çevresi, okudukları, ibadet hayatı… karşımıza bu şahsiyet tablosunu oluşturan unsurlar olarak çıkar. Bunların her biri birer yapı taşı hükmünde Âkif’in şahsiyet yapısını inşa ederler. Bütün bunlar aslında sadece “erdem” ya da “ahlak” kelimesiyle de ifade edilebilir. Bundan olmalı ki Orhan Okay, Âkif’le ilgili kitabına “Bir karakter abidesi” adını verir.

Bizim de aslında demek istediğimiz tam da budur. Değilse Âkif’ten daha iyi eğitim almış, ondan daha çok kitap okumuş, hatta daha güzel şiirler yazmış, daha büyük işler yapmış insanlardan söz edilebilir. Ama karakter meselesinde bir sorun varsa bütün bunlar bir anda değerini kaybedivermektedir.

Âkif’i anmak yetmez anlamak gerekir

Mehmet Âkif’i bu yönüyle anmak, anlamak ve anlatmak çok önemlidir ama kolay bir iş değildir. Çünkü bu iş, ciddi bir çaba ve samimiyet ister. Bunu yapmayı göze alamayanlar, etrafına bir hayranlık duvarı örerek onu bir koruma zırhına büründürmek gibi bir yolu tercih ediyorlar. Tamam, Âkif, bu yolla sevilip sayılan bir şahsiyet olabilir. Oluyor da. Ne var ki esas olan anlamaktır. Bu yüzden yol, bu olmamalıdır. Mehmet Âkif, yaşadığı dönemle birlikte detaylı biyografisi, iyice tahlil edilmiş fikirleri, sanat anlayışı ve özellikle de karakteri ile enine boyuna ele alınmalıdır ki biz sahih bir Âkif portresiyle karşılaşalım. Diğer yandan sorun muhalifleri için de aynıdır. Onlar da benzer bir yaklaşımla dindar kimliğinin onlarda oluşturduğu önyargıyla yokluğa mahkûm etmek istiyorlar. Onların da Âkif’i anlamaları için bu önyargıdan kurtulmaları gerekiyor. Fakat bu anlamda her iki kesimin önünde de ciddi engeller duruyor.

Âkif’i anlamanın önündeki engeller

Bu manada ilk engel değerlendirdiğimiz şahsın bir “insan” olduğunu unutmamızdır. Bu yüzden eksik ya da kusurlarını gördüğümüzde hemen siliyor, küçümsüyor, üstünlüklerini gördüğümüzde ise abartılı bir değerlendirmenin öznesi yapıyoruz. Oysa Âkif yanılmış olabilir, yanlış yapmış olabilir, ama asla tutarsız ve gayri samimi asla olmamıştır. Onu anlamanın ilk yolu samimiyetine güvenmek olmalıdır. Bu özelliğini Safahat’ın başına koyduğu su mısralarla kendisi bizzat belirtmiş ve okurun eserini nasıl değerlendirmesi gerektiğini önceden söylemiştir:

Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,

Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım:

Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;

Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.

Diğer bir sorun da şudur: Onun geniş fikir dünyasını klişelere hapsediyoruz. Kur’an’a dönmekten söz edince selefi, zamanındaki yanlış tasavvufi anlayışları eleştirince tasavvuf karşıtı, ilim ve tekniği öne çıkardığında hemen pozitivist damgasını vuruyoruz. Bu durum bir başka ifade ile onu kendi zaviyemizden tanımlamak ve fotoğrafın bütününü görememek anlamına da geliyor. Böylece çok kimlikle bir portre çıkarıyoruz. Âkif, bu portelerden gerçekte hangisidir, bunu anlamakta zorluk çekiyoruz.

Neler yapılmalı?

Kanaatime göre bu sorunu aşmanın yolları özetle şöyledir. Öncelikle şiirini, fikirlerini, mücadelesini devrini şartları içinde incelemek, değerlendirmek.(ittihat terakki…İslamcılık, modernleşme) gerekir. Mehmet Âkif ve birçok çağdaşının ne kadar zor zamanlarda yaşadıklarını, ne kadar büyük felaketlerin içinden çıkıp geldiklerini, bu felaketler içinde ne hissettiklerini, nasıl yaşadıklarını ve ruhlarında nasıl bir travmanın bulunduğunu anlamak için o dönemi kendi şartları içerisinde değerlendirmek lazımdır.

Bir başka husus,  Mehmet Âkif’in mücadelesini, tefekkür dünyasını anlamlandırırken mizaç ve yetişme özelliklerini dikkate alarak değerlendirmek yolu tercih edilmelidir. O zaman mesela 2. Abdülhamid Han’a muhalefetini anlamak mümkün hale gelebilir. Yine ona bütüncül bakılmalıdır. Onu İstiklal Marşı yahut Çanakkale şiiri ile sınırlamak, mumyalamak  demektir. Gerek şiirleri, gerek nesirleri bir bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir.

Önemsediğim bir başka husus ise onun yazdıklarının içeriğini boşaltmamak, ele aldığı din, vatan, hürriyet gibi temel kavramları slogana dönüştürmemek yolu tercih edilmelidir. O, bu kavramları sadece dilinde (şiirinde) telaffuz etmedi. Anlam dünyalarını içselleştirdi. Onların lafız olmaktan çıkıp yaşanan değerler olması için mücadele etti.

Yine Mehmet Âkif’i geçmişe, dönemine ait biri olarak görüp onun gelecek zaman tasavvurunu dikkate almamak da başka bir yanlışımızdır. O, sadece istiklalin değil istikbalin de şairidir. İstiklal, istikbal içindir. O da bunun için mücadele etmiştir.

Şiirinde ve tefekküründe geçen temel kavramları (Ümmetçi, ırkçı, milliyetçi, batı, doğu, medeniyet, kader, tevekkül, tasavvuf, saltanat, meşrutiyet, ıslahat, reform, ictihat, gelenek, modernleşme…….) kendi bağlamına göre tanımlamak, anlamak işin en doğrusu olmalıdır. Bu kavramlara bugünün anlayışı çerçevesinde bakarsak gerçek muhtevalarını anlamamış oluruz.

Şairliğinden söz ederken karakteri, tefekkür dünyası ve mücadelesi ile bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Bu konuların konuşulduğu anma toplantılarını basmakalıplıktan çıkarılmalı ve o,  kolayca tüketilen bir isme dönüşmemelidir. En önemlisi de onu bir efsane kahramanına dönüştürmemek ve mağdurluğunu abartmamaktır. Zira mesela 2. meclise alınmayışı, Mısır’a gidişi, Kur’an tercümesini yakması, oğullarının durumu,  İstiklal Marşını değiştirme teşebbüsleri, vefatı, cenazesinin defni gibi meseleler bilinmesi ama takılıp kalınmaması gereken konulardır. Bu konuşlara takılıp kalırsak onun tefekkürünün, idealinin kapılarını aralayabilmemiz hayli zorlaşmaktadır.

Bir başka husus, anlamadığımız ya da anlaşamadığımız meselelerde onun üzerinden fikir belirterek onu tartışma konusu yapmaktan çıkarmak da önemli bir durum olarak görülmelidir. Başka bir deyişle nesnel, nitelikli, derinlikli  çalışmalarla onu bütün kesimlere tanıtmak, farklı fikirler arasındaki kavganın öznesi yapmamak da dikkat edilmesi gereken başka bir husustur.

Bu bahiste elbette daha fazla şeyler söylenebilir. Ama en azından bunları dikkate alarak Âkif’e yaklaşabilirsek İsmail Kara’nın söylediği gibi  “Âkif, bugün Türkiye’de ayakları yere basan bir şekilde yol almak isteyenler için büyük bir yol gösterici” olacaktır.