Küresel

Taliban-Pakistan tangosunda yeni figürler

Savaş yorgunu Afganistan’da sona yaklaşılıyor; fakat bu son, kaos dolu on yılların mı, sallantılı barış sürecinin mi sonu, tam belli değil. İncecik buz tabakası üstünde süren dans, Afganların kendi aralarında olduğu kadar nüfuzlu komşularının da katılımıyla, izlencelik olmasa da, hayli ilginç bir görüntü arz ediyor.

Kimin aklına gelirdi ABD ile Taliban’ın aynı masaya oturarak kameralar önünde tokalaşıp anlaşmalar imzalayacağı? O aşama geride kaldı. Artık her şeyin daha olağan gözüktüğü bir aşamada, Amerikan askerleri 13 binden 8600’e kadar azaltıldı ve 2021 Mayıs’ında tamamının ülkeyi terk etmesi karara bağlandı. Şimdi sıra Afganların kendi iç barışında. İşlerin sarpa sardığı yer de burası.

Katar’ın başkenti Doha’daki görüşmeler, manidar biçimde 11 Eylül’de başladı. Afgan hükümeti 1000 esir askere karşılık 5 bin Taliban tutsağının takasına “Halkımızı katledenleri serbest bırakamayız” diyerek yanaşmadığı için süreç tıkanmıştı. Ne var ki, 2 Eylül’de son 400 savaşçısı da serbest bırakılınca Taliban, “beceriksiz Amerikan kuklaları” dediği hükümetle masaya oturmaya razı oldu.

Savaşı kızıştıran barış

Barış süreçlerinin savaşı kızıştırması ilk kez rastlanan bir şey değildi. Mart, nisan ayları 4500’den fazla Taliban saldırısına tanık oldu. Haziran ayında ise, 291 güvenlik görevlisinin öldüğü, son 19 yılın en kanlı haftası yaşandı. Hava akınlarının seyrelmesi hasebiyle Taliban kayıpları azalırken resmî güçlerin kayıpları had safhaya ulaştı.

Esasta da usulde de ihtilaflar bitmiyor. Hükümet, müzakereler için ateşkes sağlanmasını şart görürken Taliban ateşkes için taleplerinin kabulünü şart görüyor. Kabil’deki Amerikan büyükelçisi, çatışmaların önünün alınmaması durumunda Taliban’ın başkenti yeniden ele geçirme ihtimalinden söz ediyor.

1973’te Vietkong gerillaları ile Paris Barış Anlaşması yapılmış, çok geçmeden başkent Saygon gerillaların eline geçmişti. Kabil’in başına da aynı şeyin gelmesi ABD için ikinci bir hezimet olacaktır. Barış sürecinden umulan, Taliban’ın sisteme katılması; kendi sistemini kurması değil.

Geçmişteki barış denemeleri, daha basit sebeplerle başarısızlığa mahkûm olmuştu. Savaşa asılır gibi şimdi taraflar barışı kazanmak için var güçleriyle direniyor ve diretiyorlar. Herkes barış istiyor ama kendi arzuladığı türden bir barışı. Gelinen noktada en önemli tıkanma, Taliban’ın âlimlerden müteşekkil bir üst kurulun tesis olunarak yeni hükümeti onların tayin etmesi talebinden kaynaklanıyor. Mevcut anayasayı tanımaya yanaşmamaları da müzakerelerin geleceğini kırılganlaştırıyor.

Sürecin ana aktörleri kimler?

Tıkanmalar yoğunlaştıkça gizli oyuncu sahnede daha fazla gözükmeye başlıyor. Doğrusu o başından beri odadaki fildi. ABD ile masaya oturmaya yanaşmadığında Taliban’ı arkadan itekleyen oydu. 24 Ağustos’ta Çin’den gelen heyeti İslamabad’da Taliban’la buluşturan da tabii ki bir başkası olamazdı. 28 Ağustos’ta ise Taliban liderlerini ağırlayıp Afgan barışı için teşvikte bulunanlar arasında Pakistan istihbaratı ISI’ın başkanı da boy gösteriyordu.

“Garantör değiliz, her tarafla irtibat hâlindeyiz” deseler de Taliban adına ve onun üstünden barış sürecinde konum aldıkları herkesin malûmu. Afgan tarafı, bu yüzden tıkanan süreçten ötürü onu suçlamış, “Afganistan’a barış ve istikrar getirmek söz konusu olduğunda, Pakistan üstüne düşeni yapmakta şimdiye dek başarısız oldu” demişti.

Gelgelelim 28 Eylül’de Afgan temsilciler üç günlük ziyaret için İslamabad’ın yolunu tuttular. Heyetin başındaki Abdullah Abdullah, Kureyşî ile dirseklerini tokuştururken gülümseyerek poz verdi. Hâlbuki Kuzey İttifakı’nın Pakistan’a dair gerçek hislerini bilen herkes, o dirseği çakıp gitmemek için kendini zor tuttuğunu da bilirdi.

Kabil hükümeti bileşenlerinin nezdinde “Pakistan’ın kuklasıdır” Taliban. Amerikalılar nazarında da durum pek farklı değil. Gel gör ki, vücut bulduğu ilk günden bugüne Pakistan’la derin bağlantıları olsa da, Taliban’ı İslamabad’ın bir truvası olarak görmek fazlasıyla kolaycı ve genellemeci bir yaklaşım olur.

Karşılıklı güvensizlik ve çıkarlar

Taliban’la Pakistan arasındaki karmaşık ve engebeli münasebetler, emir-komuta ilişkisi olmanın ötesindedir. Pakistan’ın Taliban üzerinde güçlü bir nüfuzu olduğu kesin fakat kontrolden söz etmek doğru değil. Karşılıklı güvensizlik ve çıkarların birbiriyle rekabet ettiği, birbirini kullanmaya dayalı, zorlu bir irade savaşından bahsetmek daha tutarlı bir açıklama modeli olacaktır.

Taliban bugüne Pakistan’ın himmetiyle geldi fakat artık vaziyet ciddi biçimde değişti. Pakistan, bunu gördüğü içindir ki, Afgan barışında daha fazla inisiyatif almaya uğraşıyor. Verdiği emeklerin boşa gitmesinden, baypas edilmekten duyduğu endişe pek çok analist tarafından teşhis ediliyor.

Genelkurmay Başkanı Cavid Bejva’nın Kabil’e giderek cumhurbaşkanı ve müzakere heyetiyle görüşmesi Pakistan’ın Afgan tarafı nezdinde muhataplık kazanma çabası olarak yorumlanıyor. Tüm yumurtalarını Taliban küfesine koymaya mecbur kaldığı konjonktürü aşarak diğer etnik ve siyasî gruplarla bağ kurma çabası, gerçekten de yeni bir döneme girildiğinin en açık işareti.

Taliban da kendi alternatif hami ve dostlarını bulmak için arayışını gizlemiyor. Şubat ayında ABD ile imzaları attıktan sonra meşru bir uluslararası özne olarak Pakistan’a daha az ihtiyaç duyduğunu düşünmekte haksız değil. Onun gölgesinden ve vesayetinden, vekâlet etiketinden kurtulmak için sabırsızlandığı da bariz. Çünkü bu görüntü, onun gerek içsel saygısına gerekse de kendi halkıyla kurduğu ilişkiye çok zarar verdi.

Taliban, stratejik özerkliğini daha fazla sergileyerek Afgan muhatapları nezdindeki imajını onarmak ve sahiden yerli bir özne olarak tebarüz etmek istiyor. Afgan iç barışı müzakereleri için Oslo, Taşkent veya Doha’yı önerirken İslamabad’ın adının geçmemesi bu açıdan hiç de tesadüf değil.

Yeni nesil bir Taliban

11 Eylül sonrasından beri Taliban’ın merkezî liderliği Pakistan’ın himayesinde Kuetta Şûrası olarak tanımlanıyordu. Şimdi ise Katar Şûrası’ndan dem vuruluyor, Rehberî Şûra artık orada. Anlaşma Doha’da imzalandı. Katar’ın, Taliban liderlerine birinci sınıf uçuşlar sağlayıp villalarda ağırlayarak “Pakistan’ın kabile yöresinden, Peşaver’den veya Kuetta’nın kenar mahallelerinden daha rahat bir sığınak verdiği” ortada.

Tek sponsor artık Pakistan değil. Pakistan rupisine daha az muhtaçlar. Üstelik daha az müdahaleci ve tamahkâr. “Pakistan’ın gadrine uğramış pek çok lider için” Katar gerçek bir özgürlük imkânı ve “hayırlı” bir seçenek. Serbest bırakılan tutsakların Pakistan yerine Katar’a gönderilmelerini talep etmelerine de bu cihetten bakmak gerek.

Pakistan’ın patronajından azade olma çabası, Taliban’ın elinde tuttuğu toprakların genişliğiyle, siyasî ve finansal gücünün artmasıyla doğru orantılı. Şu var ki, tüm bunların ötesinde Peştuların bağımsızlıklarına kıyasıya düşkün karakterini iyi idrak etmek gerekir. İlaveten yeni nesil bir Taliban var Pakistan karşısında ve onunla en az içli dışlı olmuşlar yeni süreçte öne çıkıyor. Afgan barışında Abbas Stanekzaî yerine Abdulhekim İshakzaî’nin atanması bununla ilgili. Keza, Pakistan’a mesafeli Molla Ömer’in oğlu Yakup’un askerî liderliğe tayini de.

ABD’nin çekilmesinden sonra Taliban’ın Keşmir’e güçlerini sevk edeceği söylentilerini Katar’dan yalanlayan Taliban’ın “ülkelerin iç işlerine karışmayacağı” şeklindeki beyanı da Pakistan’la yollarını ayrıştırma arzusunun bir dışavurumu. Kendisini bu barış sürecine zorlamak için son zamanlarda maruz kaldığı Pakistan ambargosuna karşı bir misilleme olarak okumak da mümkün.

Ya benimsin ya kara toprağın

Bugün yaşananlar dünle birlikte ele alınmalı. Bugün ABD’yle anlaşmayı imzalayan Molla Birader, Molla Ömer’in naibi olarak Afganistan Cumhurbaşkanı Karzaî’yle BM’nin Norveçli bir diplomatı vasıtasıyla görüşmeye çalıştığı için 2010’da Pakistan istihbaratı ISI ve CIA ortak operasyonuyla yakalanmış, 8 yıl nezaret altında tutulmuştu. 2014’te ISI’yı atlatarak ABD ile temas kurmaya çalışan Katar Şûrası’ndan Tayyip Ağa ve kardeşi de hışma uğramıştı.

Bunları yapanla, 2015’te Kabil’le müzakereye oturmazsa Taliban liderlerini sürgün edeceğini ilan eden aynı ülkeydi. Pakistan, barış peşinde değildi çünkü, kendi barışının peşindeydi. 2015’te Kabil ile Taliban’ı İslamabad’ın mesire yeri Muree’de masaya oturtmayı başardığında, birileri Molla Ömer’in öldüğünü ifşa ederek süreci sabote etmişti. Her kim idiyseler, onlar da kendi barışları peşindelerdi.

Molla Ömer sonrası liderliğe seçilen Aktar Muhammed Mansur’un 2016’da İran dönüşünde Belucistan’da Amerikan casus uçaklarınca vurulması da bir sabotajdı. Mansur, müzakereler boyunca Pakistan’dan ayrışmak kaygısıyla, İran’la görüşmeye gitmiş,  Meşhed’de bir Şûra ofisi açmıştı. Pakistan, Dadullah’a da yaptığı gibi, bu tür “dolaylı suikastlarıyla”, Taliban’a “ya bizdensin ya onlardan” diyordu.

Hasıl-ı kelam, pistteki özneler ve perde gerisindeki gizli öznelerin emel ve hamlelerini daha iyi anlamak için ezberci yargıların ötesine geçen yaklaşımlara ihtiyaç var. İnce buz tabakasının bu itiş kakışa ne kadar dayanacağını görmek içinse çok fazla zamana ihtiyacımız olmayabilir.