Küresel

İsrail ve Yeni Amerikan Stratejisi

Daha önce birkaç kere kaleme almış olduğumuz ABD güçlerinin Ortadoğu’dan geri çekilmesi, ABD’nin yerini bölgesel bir güç olarak alacak ülkeleri şimdiden güçlendirmektedir. Bu süreç, başlangıçta İngiltere’yi öne çıkarsa da şimdilerde İsrail’e yer açmaktadır.

Nitekim Ortadoğu’nun büyük bir kısmı, Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışından sonra İngiltere tarafından şekillendirilmişti. İngilizler, Ürdün gibi yeni ülkeler icat ederek Arabistan’daki siyasal düzeni yeniden oluşturmuştu. İngiltere, böylece Roma’nın yeniden doğuşunu temsil ediyordu. Romalılar, Mısır tahılını elde etmeyi saplantı haline getirmişlerdi, İngilizler ise Basra Körfezi’nde bulunan petrolünde takıntılıydılar. İngilizler kömüre dayalı bir ekonomiden petrole dayalı bir ekonomiye geçiş yapıyorlardı, ancak bunu Ortadoğu’yu kontrol etmeden yapmaları mümkün değildi. Bununla beraber bir bölgeyi kontrol etmek beraberinde birçok tehlike getirir. Ne kadar çok şeyi kontrol ederseniz o kadar şey sizi tehdit etmeye başlar.

George Friedman

2.Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerika ve Britanya arasında bir nöbet değişimi yaşandı. Artık, Amerikalıların yeni cephesi Sovyetlere karşı açılmıştı. Sovyetler, bölgeyi bir petrol kaynağı olarak değil, ABD’nin petrolünü kesip onu aç bırakabilecekleri, Akdeniz ve Hint Okyanusu’na ulaşabilecekleri bir yer olarak görüyordu. Osmanlı sonrası dönemde Ortadoğu’nun ikinci ev sahipliği ABD-Sovyet rekabeti için yapılmıştı. Sovyetler Suriye, Irak ve Mısır gibi yerlerde darbeleri tetiklerken, ABD mevcut rejime direnmesi için bir ittifak yapısı oluşturmaya çalıştı.

Ortadoğu’daki en önemli savaş alanlarından biri İsrail’di. Unutmamak gerekir ki, ABD İsrail’e, Fransa’nın 1967 İsrail’in Mısır ve Suriye saldırısını onaylamayıp askeri yardımı kestiği tarihe kadar hiçbir askeri yardımda bulunmamıştır. Fransa bu tarihe kadar İsrail’in en büyük silah tedarikçisi olmuştu, ancak 1967’de Amerika Birleşik Devletleri İsrail’in yeni ana kaynağı haline geldi.

ABD’nin bu desteği, bir açıdan Sovyetlerin Filistin hareketine müdahil olmasından kaynaklanıyordu. Filistin Kurtuluş Örgütü,  Mısır ve dolayısıyla Sovyet himayesinde gelişti. FKÖ bu sayede, Avrupa’da ve Orta Doğu’da temasları olan bir örgüte dönüşüyordu ve böylece Sovyetler için önemli bir mekanizma haline geldi. ABD’nin bölgedeki birincil çıkarı hâlâ petroldü, ancak Washington FKÖ’nün evrimini bu çıkarlara doğrudan bir tehdit olarak gördü. İsrail, açıkça FKÖ’ye ve onu oluşturan çeşitli fraksiyonlara düşmandı ve bu nedenle ABD’nin amaçlarına önemli bir şekilde hizmet etti. İsrail güç kazanırsa FKÖ’ye karşı çıkabilirdi ve böylece terörle mücadele(!) ittifakı başlamış oldu.

1973’te Doğu Blok’u, 1967’yi telafi etmek için İsrail’e karşı bir karşı saldırı başlattı ve Amerika Birleşik Devletleri Mısır’ın saldırısını İsrail’le olan müzakerelere zorlamak ve İsrail-Mısır anlaşmazlığının temelini oluşturmak için kullandı. Arap devletleri, ABD ve diğer ülkelere petrol ambargosu uygulayarak petrolü tavan fiyat ile satması Suudi Arabistan gibi Amerikan yanlısı devletleri güçlendirdi. Petrol ambargosu, 1970’lerde genişletilmiş bir ekonomik buhran oluşturmada etkili oldu, ancak aynı zamanda Sovyetlerin bu ülkeleri istikrarsızlaştırma girişimini de baltalamış oldu. İran dışında ABD de bölgede baskın bir konumdaydı ve İsrail, Lübnan’daki başarısız maceralarından sonra büyük ekonomik kalkınma planları yapıyordu.

Bazı Arap hükümetleri, iyi niyetlerini ortaya koymak için Filistin davasını kullandılar, ancak Ortadoğu’daki Sovyet etkisi azaldıkça, Arapların Filistinlilere verdiği destek bahanesi de azaldı. Filistinliler kendilerine desteklerini azaltan Arap ülkelerinin rejimleri ile başa çıkmak için denemelerde bulundu fakat artık bölgede, İran devrimi, Irak’ın Körfez’deki emelleri, Suriye’nin Ürdün’e yönelik tehditleri ve bir dizi iç sorunlar gibi yeni meseleler de vardı. Filistinli halk, kendileri için bir sulh ortamı oluşturmaya değerdi ancak Filistinlilere verilen Arap desteği hiçbir zaman gerçek ve sağlam değildi, bu nedenle de bir çözüm getirmedi. İsrail, Filistinlilerle dilediği gibi davranabileceği şekilde özgür bırakıldı.

ABD dış politikası yavaş hareket etme eğiliminde olan bir seyre sahiptir. Bu nedenle 1920’de kurulan İngiliz ilişkilerini sürdürme hedefi korunmuştur. Bu duruma, ABD’nin kontrol sağlamaya çalıştığı Irak meselesi örnek olarak verilebilir. Irak, Suudi Arabistan ve Basra Körfezi’ni etkilediği için ABD ve İngiliz ilişkilerinde önem arz ediyordu. Fakat Irak’ta yaşanan savaş, Saddam Hüseyin’in hızla yıkılmasına ve yeni bir Amerikan yanlısı rejimin kurulmasına yol açmaktan çok, ABD’yi çıkmaza düşürdü. Laik, sosyalist Filistinli gruplar artık dışlanmışlardı. Bunların yerini, ABD’nin 18 yıldır kararsızlıkla mücadele ettiği “dini hareketler” aldı.

Ve bu nedenle ABD politikasının temelini oluşturan strateji artık anlamsız hale geldi. Dünyadaki petrol arzı artmış ve fiyat düşmüştü. ABD’nin kendisi de artık büyük bir petrol üreticisiydi; Suudi Arabistan ve diğer bölgesel müttefiklerin istikrarı Washington için artık o kadar önemli değildi. Bu durum ise, Irak, Suudi Arabistan ve Suriye’deki ABD güçlerinin büyük ölçüde gerilemesine yol açtı.

Ortadoğu’nun geleceği, şimdilerde dikkatini giderek Çin ve Rusya’ya çeviren ABD’den çok bölgesel güçleri ilgilendiriyor. Bu tamamen rasyonel bir politikadır. Doğu’da yer alan güçleri savunmak ve finanse etmek oldukça maliyetli iken, bölgede bulunan diğer güçlere dilediklerini yapmalarına izin vermenin içerdiği risk ve maliyet nisbeten daha az olduğundan ABD için kârlı bir durum oluşturur.

Şu anda Ortadoğu’da üç siyasi güç bulunmaktadır. Bunlardan biri Türkiye’dir. Türkiye burada, yalnızca bazı zamanlar ABD çıkarlarını tehdit eden bununla birlikte genellikle Washington’la uyumlu olan kendi çıkarlarının peşine düşen bir siyasi güçtür. İkinci siyasi güç, önemli bir hava kuvveti, küçük ama etkili bir kara kuvveti ve etkili bir istihbarat servisine sahip Birleşik Arap Emirlikleri’dir. Üçüncü ve en etkili olan ise İsrail’dir. İsrail ekonomik güç olarak en önde yer almaktadır. (Bu ekonomik refahı oluşturan faktörlerden birisi ABD’nin, ihtiyaç duymadığı halde İsrail’i fonlamaya devam etmesidir. Peki, bir ihtiyaç söz konusu olmadığı halde ABD bu parayı neden vermektedir?) Ve bu nedenlerden dolayı ABD’nin yerini yakın gelecekte İsrail alacaktır.

İsrail, Arap ülkeleri ile uzun süredir sessiz bir şekilde ilişkisini sürdürmektedir. Arapların ise İsrail hakkında alenen söyledikleri, kendisi ile gizli olarak yaptıklarının yalnızca küçük bir kısmını teşkil etmektedir. İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarı, Araplar ve Persler arasındaki derin tarihsel düşmanlıktan ötürü kolaylaşan İran’ın bölgedeki etkisini engellemeye çalışmaktır. Bu mücadelede ihtiyaç duyulan şey askeri yardım, eğitim ve istihbarattır. İsrailliler bunu, gelişmiş silahlarla, özellikle insansız hava araçları ve siber savaş yetenekleriyle birlikte gerçekleştirebilir.

Aslında bu, bir Amerikan stratejisiydi. Sovyetler Birliği düştüğünde Arap ülkelerine ekipman, istihbarat ve eğitim sağlayan Amerika idi. Birleşik Devletler Arap dünyasındaki güç dengesini, hem güvenliğini garanti altına almak hem de ilişkilerinden yararlanmak için sürdürdü. Bugün İsrail’in Suudiler ve BAE ile gayri resmi de olsa gerçek bir ittifakı vardır. Suriye de dahil olmak üzere bir dizi cephede İran’a karşı çalışıyor. Böylece İsrail, ABD’nin bölgedeki rolünü üstlenmiş oldu ve doğrusunu söylemek gerekirse bu görevi alabilecek başka bir güç de yok. Ve İsrail bu rol değişimini üstlenirken, ABD kuvvetlerine başka görevler için serbestlik tanımış oldu.

Uzun vadede, bütün ilişkiler bozulmaya mahkumdur. Çıkarlar doğası gereği zamanla farklılaşır. İsrail, ABD’ye direnemeyecek kadar küçük bir güç. Ama şimdilik ABD’nin temel gayesi, bölgeyi orada yaşayanlara bırakmak. Bu nedenle de, bölge içindeki dinamikler önem arz etmektedir.

Ortadoğu’da Anglo-Amerikan döneminin sona erdiğini görmekteyiz. Güç dengesi, yerini bölgesel güçlere bırakıyor. Türkiye, Suriye’deki gibi çatışmalarda bir denklemin içinde bulunuyor. Suudi Arabistan ise meseleye yeterince önem vermediğinden zayıflamıştır. BAE gibi ülkeler ise hala kendi iç ve dış çıkarlarını tanımladığı başlangıç düzeyindedir. Bu atmosfer, iç siyasi tutarlılık ve gelişmiş bir yönetim sistemine sahip olan İsrail’i, Ortadoğu’da özgür bir biçimde güçlü hale getiriyor.

Tüm bu ifadeler ışığında ABD’nin bölgeden geri çekilmesi benim için, ABD siyasi gücünün olgunlaşma evresine girdiğini sembolize etmektedir. ABD’nin Orta Doğu’da bölgesel bir güç olarak bulunmayacağı kararı, daha gelişmiş bir dış politikaya sahip olduğunun resmidir. Ne bir itici ideoloji ne de Amerikan liderliği gibi kavramlarla hareket etmektedir. ABD kendisi için neyin önemli olduğuna, neyin önemli olmadığına karar vermiş ve bölgesel güçleri kendi bölgelerinden sorumlu kılma zorunluğunu benimsemiştir.

 

Çeviri: Büşra Elif Özçelik Aslan

Aslı için: https://geopoliticalfutures.com/israel-and-the-new-american-strategy/

Etiket /