Kültür

‘İnsan tamamlanamamış hikayelerden oluşur’

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı ve Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi iş birliği ile bu yıl ilki gerçekleştirilen “İstanbul Öykü Festivali”nin açılış oturumunda Türk öyküsünün dünü ve bugünü ele alındı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı ve Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi iş birliği ile bu yıl ilki gerçekleştirilen “İstanbul […]

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı ve Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi iş birliği ile bu yıl ilki gerçekleştirilen “İstanbul Öykü Festivali”nin açılış oturumunda Türk öyküsünün dünü ve bugünü ele alındı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı ve Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi iş birliği ile bu yıl ilki gerçekleştirilen “İstanbul Öykü Festivali”nin açılış oturumunda Türk öyküsünün dünü ve bugünü ele alındı.

Kızlarağası Medresesi’nde gerçekleştirilen, TYB İstanbul Şube Başkanı Mahmut Bıyıklı‘nın başkanlığını üstlendiği oturumda, yazar Necip Tosun ve Ali Ural konuşmacı olarak yer aldı.

Oturumda “Edebiyatımızın Öyküsü” başlıklı bir konuşma yapan Ali Ural, öykünün hikayelerle var olduğuna işaret ederek, herkesin bir hikayesinin bulunduğunu ve hayatın da hikayelerden oluştuğunu söyledi.

Ural, her hikayenin başka bir hikayeye kapı açtığını belirterek, “Kimi tarihe biçim vermek için, kimi inancını yaymak için, kimi kafa karıştırmak, kimi onaylamak, onaylatmak için, kimi ise kahraman olabilmek için hikaye anlatmıştır. Bu anlamda birçok hikaye anlatma biçimi de vardır. Aslında hikaye anlatmak, bir tarafıyla hayatı çerçeveye almaktan başka bir şey değildir.” diye konuştu.

Sadece insanların değil, evrendeki her şeyin bir hikaye anlattığına dikkati çeken Ural, şunları kaydetti:

“Her insan için potansiyel hikayeler vardır. Bu potansiyel hikayeler, kişinin seçimleriyle varlık kazanır ve canlanır. Hikayecinin yaptığı da bundan farklı değildir. Hikayecilik de onlarca, yüzlerce ihtimal içerisinden seçimler yaparak, gerçek içerisinde yeni bir gerçeklik oluşturmaktır. Gerçekliği taklit etmek değildir. Aslında insan tamamlanamamış hikayelerden oluşur. Hikaye gücünü de biraz tamamlanamamaktan alır. “

Ural, hikayelerin iyi bir yazarın elinde derinlikler kazanabildiği ve ortaya büyülü bir eserin çıktığı yorumunda bulundu.

“Doğu, hikayeye yaslı bir sanat serüveni izlemiştir”

Programda, Türkiye’de öykünün dünü ve bugününe dair bir konuşma yapan yazar Necip Tosun ise ilk kez 1983’te öykü yazmaya başladığını dile getirerek, şunları anlattı:

“Bu coğrafyada hikayenin çok zengin bir altyapısı, çok güçlü bir damarı var. Biz her şeyi hikayeler üzerinden izah ediyoruz. İbretleri, hayatın kalıcı olaylarını hikayeleştiriyor ve bizden sonraki nesillere aktarıyoruz. Bu anlamda Doğu, hikayeye yaslı bir sanat serüveni izlemiştir. Batı ise kendisini çoğunlukla resimle, müzikle, heykelle ifade etmiştir. Kutsalı bile resimlemişlerdir. Biz ise resim yasağı algılamasından ve müzikle ilgili mesafeden dolayı her şeyi hikayeyle anlatmışız. Kutsal kitabımızın önemli bölümleri de kısalardan oluşur. Biz öyle bir toplumuz ki felsefemizi bile hikayeler üzerinden izah etmişiz. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi bile bir Osmanlı hikaye sandığıdır.”

Türk toplumunun yaşadığı sosyal ve siyasal olayların edebiyat tarihinde öykü alanını etkilediğinin altını çizen Tosun, “Öykücüler aslında bize gazeteciler gibi sadece olup bitenleri anlatmazlar, geleceğe ilişkin de söz alırlar. Türk öykücülüğü iyi okunmadan Türk toplumu iyi anlaşılmaz bu anlamda. Ömer Seyfettin Balkanları, Sabahattin Ali Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki sosyalist çizgideki toplumsal gerçekçiliği, Sait Faik İstanbul ve bohem hayatı eserlerinde anlatırken 1950’lerde Türk öykücülüğünde özellikle Batı kaynaklı varoluşçuluk akımının esintileri görüyoruz.” dedi.

Tosun, 1970’li yıllarda Türkiye’de siyasi kamplaşmalar nedeniyle ortaya sadece Selim İleri, Mustafa Kutlu ve Hulki Aktunç’un öykü yazarı olarak çıktığını dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu dönemde bu yazarlar, kendi anlayışlarıyla edebiyat üretiyorlar. 1960 ile 1980 arası ideolojik angajman o kadar üst derecedeki sadece ideolojik mesaj veren yazarlar seviliyor. İdeolojiye mesafeli, sadece sanatsal şeyler yapabilen yazarlar ise göz ardı ediliyor. Bu dönemde Ahmet Hamdi Tanpınar gözden kaçıyor. Yine gözden kaçan yazarlar arasında Oğuz Atay var. 1980’e geldiğimizde 12 Eylül darbesi ile karşılaşıyoruz ve her şey ters düz oluyor. Bu durumun edebiyata yansımaması da mümkün değil. 1980’de ülkemiz tamamen sessizliğe bürünüyor ve bu sessizlik yazarları da etkiliyor. 1980’den sonraki öykücülük daha çok içe kapanık, yalnızlaşmaya yönelik bir şekil alıyor.”

Türk edebiyatı dünyasında 1980’li yıllardan sonra kadın yazarların ortaya çıktığını anımsatan Tosun, “1980’den sonra kadınlar ilk defa edebiyatta var oldular. Özellikle başörtüsü sorunundan sonra toplumda yaşanan gelişmeler, İslami edebiyatçıların gün yüzüne çıkmasına yol açtı. Dönemin bir atmosferi olarak Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Fatma Barbarosoğlu, Sibel Eraslan dönemin toplumsal olayları karşısında bir tavır alarak, bunları hikayelerine yansıttılar. 1990’lardan itibaren bugüne kadar gelen bu yazarlar bana göre Türk öykücülüğünde farklı bir sesin temsilcisi oldu.” değerlendirmesinde bulundu.