Atölye

Bir haber dünyayı değiştirebilir mi?

Metin Mutanoğlu – Anadolu Ajansı Genel Yayın Yönetmeni
Medya Sanat Merkezi – Mücerret Buluşmaları

Batıda bazı formatlar var. O formatları Türkiye’ye de getirmemiz gerekiyor. Bir masa etrafına en fazla sekiz-on kişi toplanıyor. Ama özel seçilmiş, konuyla ilgili kişiler seçiliyor. Sekiz-on kişiye üç oturum yapılacağı söyleniyor. Her oturumda üç kişi konuşmacı olarak katılıyor, soru-cevap usulü toplantı oluyor. Bu toplantılarda beyin fırtınaları gerçekleşiyor. Bu tür toplantılardan büyük istifade ediliyor. Bu tür toplantılara ben de iki defa katıldım. Bir tanesi Brüksel’deydi . Bu toplantıyı Avrupa’daki önemli düşünce kuruluşlarından bir tanesi organize ediyordu. Bu masada Demokrasi, Trump’ın dünyayı nasıl etkilediğini tartışıyoruz. Bu tür toplantılarda çok bereketli konular ve fikirler ortaya çıkıyor.

Metin Mutanoğlu

Bizim medeniyetimizin kökeninde şiirsel anlatımlar var

Haber ve habercilik dediğimiz konu, tarihsel olarak baktığımızda, bazı durumlar bizim nerelerden geldiğimizi gösteriyor. İslam dünyasına baktığımızda, İslam dünyasındaki medya olgusu ile Batılı medya olgusu arasında çok büyük farklar var. Bu durumun da birkaç tane temel sebebi var. En büyü sebeplerinden bir tanesi gelenektir. Örneğin, Arap dünyasında ve İslam dünyasında şiir önplana çıkmış. Peygamber efendimiz zamanında Kabe’nin duvarına dönemin en güzel şiirlerini asarlarmış. O şiirler üzerine iletişim kurulmuş. Bu, yaklaşık bin dört yüz sene önceki konu. İnsanlar şiirlere o kadar aşinaymış ki, şiirleri ilk duyduğu andan ezberleyen insanlar varmış. Şiir, hayatın her alanında varmış.  Örneğin, Araplar çöllerdeki çadırlarda şiir etkinlikleri düzenlermiş. Meşhur Ukaz Panayırı varmış. Ukaz Panayırı’nda kırmızı kubbeli çadır olurmuş. Araplar şairlerinden büyük şair çadırın ortasında oturur ve Arap dünyasının dört bir tarafından şairler gelir ve şiirleri okurdular bu otoritenin önünde. O da bu şiirlere değerlendirmeler yapıyordu. Örneğin, okunan şiir hakkında, “Dünyada hiçbir kimse böyle şiir duymamıştır” diyor. Bir başka şiir hakkında, “Senin şiirin” babanın şiirini geçti” gibi değerlendirmeler yapıyor. Yani, otorite olarak değerlendireme yapıyor. Dolayısıyla şiir, Arap ve İslam dünyasının kökeninde ola bir şey. O yüzden Kur’an-ı Kerim’e baktığınızda şiirsel bir dil vardır. Bir İngilizce veya Türkçe metni Kur’an-ı Kerim okuduğunuz gibi okuyamazsınız. Dil, buna el vermez. Kur’an-ı Kerim’deki o şiirsel anlatım bu duruma ek veriyor. Bizim medeniyetimizin kökeninde şiirsel anlatımlar var. Batı medeniyetinde ise anlatım var.

Matbaanın buluşuyla gazetecilik süreci başlıyor

Batı medeniyetinde, anlatmak, dinlemek, tartışmak, sormak, sorgulamak var. Yunan medeniyetine baktığımızda, Sokrats, Platon, bütün bu medeniyetin gelişine baktığımızda anlatım ve daha sonra bir yazım kültürü gelişmiş. Temelden baktığımızda iki ayrı gelenekten bahsediyorum. Bizimkisi daha çok sözlü bir gelenek, öbürü ise daha çok yazılı bir gelenek. Tarihsel olarak geldiğimizde, tarihsel olarak yaklaşık 1450 yılında matbaanın buluşu gazetecilikle ilgili süreç başlatıyor. Habercilik sürecini başlatan matbaanın bulunmasıdır. Almanlar, matbaayı bulmuştur. Matbaa Avrupa’da 1450 yılında bulundu. Türkiye’ye ise matba 1720’lerde geliyor. İbrahim Müteferrika döneminde matbaa geliyor. Yaklaşık üç yüz sene sonra matbaa bize geliyor. Geçen üç yüz seneyi düşünelim. Matbaa bulunmuş ve üç yüz sene kullanılmış fakat üç yüz sene sonra bizim topraklarımızda kullanılmaya başlanıyor. Matbaanın gelişmesiyle yazı meselesi başlamıştır. Ama bu yazı meselesi, insanların her şeyi kayı altına almaları imkanı oldu. Bu, bir gelenek. Bu geleneği bizim de görmemiz gerekir. Bu geleneğin bizde yansımaları vardır.

Avrupa’da 1450 yılında matbaa bulunuyor. İlk gazete 1620 yılında ortaya çıkıyor. İlk gazete, matbaanın bulunmasından yaklaşık yüz sene sonra ortaya çıkıyor. Bize ise o dönemde henüz matbaa gelmemiş durumda. İlk gazete çıkmış, farklı gazeteler çıkmaya başlamış fakat bizde henüz gazete. Matbaanın ise kendisi zaten yok bizde. Bizde matbaa 1720’lerde çıkıyor. İlk gazete ise 1822’de çıkıyor. Takvim-i Vekayi gazetesi bizde ilk olarak ortaya çıkıyor. 1622’de Avrupa’da ilk gazete çıkıyor bizde ise iki yüz sene sonra ilk gazete çıkmaya başlıyor.  Dolayısıyla bir kültürden ve gelenekten bahsediyoruz. 1865 yılında ise ilk radyo çalışması başlıyor. Abdülmecit döneminden hemen sonra radyo çalışması başlıyor. Abdülaziz dönemine denk geliyor. Avrupa’da 1865 yılında radyo çalışmaları başlıyor. İlk düzenli radyo çalışmaları da 1870’lerde başlıyor. Bizde ise ilk radyo çalışmaları 1927 yılında başlıyor. Radyo çalışmaları açısından baktığımızda aramızda neredeyse altmış var.

Haber ajanslarıyla kültür aktarımı yapılıyor

Ajans meselesine bakalım. “Associated Press” diyoruz. “Birleşik basın” Türkçesi. Associated Press, Avrupa’dan Amerika’ya göç eden Avrupalıların aileleriyle aralarındaki yazışma için gelip giden gemilerle haber göndererek başlamıştır. Daha sonra birileri bunu organize etmişler ve kurum oluşturmuşlar. Bunun üzerinde Avrupa’daki haberleri getiriyorlarmış. Kendi vatanının haberlerini Amerika’ya taşımak için başlattıkları çalışmadır. Bunun da tarihi 1846. Dünyadaki ilk ajans çalışmaları 1846 yılında başlamıştır. Türkiye’nin en köklü haber ajansı 1920 yılında başlamış. Bizdeki ajans faaliyetleri 1920 yılında başlamamış. Haber ajansları eskiyerek kendi içinde bir kültür oluşturuyorlar. Haber ajansları da bir birikim oluşturuyor. Bu birikim sayesinde kendinden sonraki nesillere bir kültür aktarımı yapılıyor. Herhangi bir zengin gelse ve dese, “Ben Türkiye’nin en büyük haber ajansını kuracağım.” O haber ajansının Anadolu Ajansı’yla rekabet edebilmesi için yaklaşık elli sene geçmesi gerekir. Çünkü Anadolu Ajansı’nda büyük bir kültür oluşmuş. Olaylar karşısında nasıl refleks göstereceğimiz, nasıl davranacağımız konusunda bir kültür oluşmuş. Demek ki, kültür bizim için çok önemli. Gelenek ve kültür oluşturmak bizim için çok önemlidir.

İçinde yaşadığımız çağ, iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması ve büyümesi bizi Batı medyasıyla şartlar konusunda eşitledi. İlk defa şartlarda Batı medyasıyla eşit durumdayız. Bugün gerçekleşen etkinliği dünyanın her yerinde izletebiliyorsunuz. Canlı yayın yapabiliyorsunuz, İnstagram’dan fotoğraf atabiliyorsunuz. Dünyanın neresinde olursanız olun siz de Batılı gazeteci gibi hızlı şekilde haber geçebiliyorsunuz. Bizim açımızdan gazetecilik ve medya açısında olumlu bir dönemdeyiz. Batı medyacılığı ile bizim medyacılığımız arasında kıyaslama yaparsak neler diyebiliriz?

Batının tarafsızlık ve bağımsızlık dediği şey başlı başına yalandır

Batıda çok üretilen bir şey vardır. Objektif habercilik, tarafsızlık gibi şeyler vardır. Tarafsızlık mı dengeli habercilik mi? BBC’yi ele alalım. BBC, İngiliz devletinin doğrudan finanse ettiği bir kuruluştur. Birçok televizyon kanalları var. Dışarıda BBC World dediğimiz, bizim bildiğimiz BBC var. Diyorum ki, Dünya’da görevler dağıtıldı da BBC’ye de “Dünya’nın haber işini sen yap” mı dendi tarafsız ve objektif bir şekilde. Sonra kendime şu cevabı veriyorum, İngilizler medyaya neden bu kadar çok para harcıyorlar.  BBC’de ne kadar reklam vardır diye baktığımızda çok fazla reklamın olmadığını görüyoruz. Dünya’nın hangi gazetesinde hangi gazeteci olursa olsun tarafsızlık, bağımsızlık, sadece haber yapıyoruz dediği şey başlı başına yalandır. Her ülkenin belli medyaları vardır ve her insan bir ülkeye aittir. İnsanlar mutlaka kendi ülkeleriyle ilgili, kendi idealleriyle ilgili, kendi düşünceleriyle ilgili fikri vardır. Örneğin, İslamcı bir gazeteci düşünelim. İslamcı gazeteci kendini ne kadar tutarsa tutsun, objektif olacağım derse desin hayata baktığı bir taraf vardır. Hayata baktığı yer onu şekillendiriyor. Hayata baktığımız yer bizi şekillendiriyor. Bu, haberde kullandığın cümleyle ilgili bir şey değil.  Bir haberi görmek veya görmemek ile ilgili bir şey. Siz bir haberi görmezsiniz tavır alırsınız; Siz bir haberi görürsünüz, tavır alırsınız.

Batı medyasının iki yüzlülüğü

Şu an Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslümanlar çok büyük bir kriz ile karşı karşıyalar. Orta Afrika’da Müslümanlar katliam tehlikesi yaşıyorlar. Devlet güçleri silahsızlandırılmıştı fakat sonradan yine ordu oluşturuldu. Şimdi Ruslar silah veriyorlar. Ruslar, Orta Afrikalıları eğitiyorlar. Ordudaki bütün askerler de Müslüman olmayanlardan seçildi. Devlet, isteyen herkesin orduya katılabileceği çağrısını yaptı. Bir tek Müslüman gitti. Onu da öldürdüler. Müslümanlara büyük bir katliam başlayabilir. Bunu hiç kimse göstermiyor. Türkiye’de bizim yaşadığımız hadiselere bakalım. 15 Temmuz hadisesine bir bakalım. Batılı medyanın 15 Temmuz’a nasıl yaklaştığına bakalım. Örneğin, geçen senelerde Cumhurbaşkanı Atatürk Kültür Merkezi lansmanı yapıldı. Atatürk Kültür Merkezi yaklaşık on senedir tartıştığımız bir meseledir. O binanın depreme dayanıksız olduğu, yıkılması gerektiği, yerine daha modern binanın yapılacağına dair şeyler vardı. Dışarıdan baktığımızda, Türkiye’de muhafazakar bir iktidar var. Muhafazakar iktidar diyor ki, “Taksim’in meydanında büyük bir opera binası yapacağım.” Kültür-Sanat meselelerin daha iyi temsil edileceği bir yer yapılacağını söylüyor. Bunun için devlet en iyi kaliteli mallarla oluşacak bina için harcama yapıyor. Cumhurbaşkanı lansmana katılıyor. O gün Reuters’ın verdiği haber, “Erdoğan’ın kültür merkezi Atatürkçüleri kızdırdı.” Haberi diğer taraftan görmüşler. Şunu söylemiyorlar, “Opera binası açıyor, Türkiye’nin göbeğine en iyi opera binasını yapıyor.” Haberi buradan görüp alkışlamak yerine  diyor ki, “Erdoğan’ın kültür merkezi Atatürkçüleri kızdırdı.” İlk gördüğümde, “başka haber vardır, bu yan haberdir” dedim. İnceledik ama başka haber yoktu. Kültür merkezi haberini böyle görmüşler. Ciddi takip ederseniz ayrıntıları görüyorsunuz.

Bir haber dünyayı değiştirebilir mi?

Bizim yapmış olduğumuz şey haberciliktir. Haber veya bir haberci dünyayı değiştirebilir mi?  Çıkış noktamız burasıdır. İletişim teknolojisinin her tarafı kasıp kavurduğu bir dönemde yaşıyoruz. Herkesin elinde akıllı telefonlar var. Haberler akıyor. Twitter’da on tane haber kurumu takip etseniz dünyanız dönüyor. O kadar fazla haber akıyor dünyada. Bu akan haberlerin hepsi bir şeye hizmet ediyor. Herkes kendi amacı doğrultusunda değerlendiriyor. Sizin onu nasıl gördüğünüz, sizin ona bakışınız önemlidir. Burada kendimizle ilgili bir süreç başlıyor. Bu medeniyetin çocukları olarak habere bakışımız, habere yaklaşımımız ne olmalı? Batı medyasını bu konuda ben sık eleştiriyorum. Batı medyasını iki yüzlü olarak görüyorum. İki yüzlü görmemin sebebini açıklıyım. Siz sokak köpeğine tekme atsanız Batıda kıyamet kopar.  Batıda televizyonlar sizle ilgili haberler yaparlar, görüntüler verirler, bir sürü hikaye başınızdan geçer. Ama mülteciyle ilgili bir şey yapsanız sıkıntı olmaz. Bugün Suriye’ye baktığımızda yaklaşık yedi yüz bin insan hayatını kaybetti. Bir sürü insan hayatını kaybetti. Bunu ciddi anlamda Batı medyasında göremiyorsunuz.

Bizim hayata bakışımız, medeniyet algılayışımız insan merkezlidir

4 Nisan 2017’de İdlib’de rejim tarafından kimyasal bir saldırı oldu. Anadolu Ajansı’ndan bizim arkadaşlarımız da oraya gittiler. Saldırıdan sonra gitmelerine rağmen bir-iki tanesi gazdan etkilendi. Kimyasal gazın etkisi devam ediyordu. Saldırının gerçekleştiği bölgeye ekip gönderdik, drone çekimleri yaptık, bölge halkıyla konuştuk ve kalın dosya hazırlayıp Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne götürdük. Aynı dosyayı Birleşmiş Milletler’e götürdük. Biz medya kuruluşuyuz, insan hakları örgütü değiliz. Ama farkında olduğumuz şeyler var. Uluslararası medya sadece görmek istediğini görüyor. İnsanlığın kalbine dokunan noktalara bakmıyor. Aylan Bebek meselesi… Aylan Bebek’te o sembolik fotoğraf olmasaydı mülteci meselesine batılılar bu kadar bakmayacaklardı. Semboller üzerine giden toplumdan bahsediyoruz. Bizim meselemiz, bu coğrafyanın yetiştirdiği haberciler, bizim yaklaşımımız insanı merkeze alan ve insanın meselesini dünyaya aktaran habercilik perspektifimizin olması lazım. İnsana “eşrefi mahlukat” diyoruz. Allah, insanı yaratmıştır.   Siz, bir annenin acısını görmezden gelip bütün hikayenizi bir film üzerine yoğunlaştırıyorsunuz. Bu coğrafyanın dünyaya kazandırabileceği medeniyet perspektifi budur habercilikte. İnsanı merkeze alan bir habercilik. Bizim hayata bakışımız, medeniyet algılayışımız insan merkezlidir. Eğer siz insanı merkeze almazsanız yapacağınız şeylerin habercilikte kıymeti yoktur.

Medeniyet bakışımız, toplumsal kökenimizden geliyor

2006 yılında Lübnan’daydım. İsrail-Hizbullah savaşını takip ettim. Şunu fark ettim; İsrail’in bombaladığı yerlere gidiyoruz, gittiğimiz yerlerde insan yoktu. İsrail, Hizbullah’ın genişçe kütüphanesini vurmuştu. Ben de fotoğraf çekiyorum, yanımda foto muhabirleri de fotoğraf çekiyor. Sonra fotoğraflarımıza bakıyoruz, İçinde insan olan fotoğraflar güzeldi. Yıkıntıyı çekmişiz ama bir anlamı yok. Yıkıntılar arasında bir tane çocuk geçiyor, foto muhabiri onu yakalamış. O, fotoğrafa değer katmış insan. Bizim medeniyet perspektifimiz, insan merkezli medeniyet perspektifi. Ajansta da bunu yapmaya çalışıyoruz ve Dünyaya da söylemeye çalışıyoruz. Gittiğimiz abonelik görüşmelerinde de bunu diyoruz. Biz, insanı merkeze alan bir habercilik yapıyoruz. Medeniyet bakışımız, toplumsal kökenimizden geliyor. Yazılı medya ve görsel medya geleneğimiz yok, sonradan oluşmuş bir geleneğimiz var, ama bu geleneğimizin merkezinde insan var.

Medeniyetimizin kökünde insan vardır

Buna Türkiye olarak bakalım birde. Türkiye’deki toplumsal dinamiklerin kökeninde de insan var. Kurban bayramında baktım Türkiye’de yaklaşık otuz civarında vakıf ve dernek var. Bunlar yurtdışında kurban kesiyorlar. Afrika’da hiç tanımadığımız kişilere kurban kesiyoruz. Afrikalılar da şaşkın bakıyor. Orta Asya, Latin Amerika filan gidenler var. Adamlar şaşırıyorlar. Bizim onlar için niye böyle bir şey yaptığımıza şaşırıyorlar. Çünkü bizim medeniyetimizin kökünde insan var.

Geçen yıl on bir Afrika ülkesine eş zamanlı olarak muhabir, kameraman, fotoğrafçı gönderdik. Her ülkede 10’ar gün kaldı arkadaşlarımız. Orada üç sorunun cevabını aradık;

  • Bu ülke nasıl sömürgeleştirildi? Bunun tarihi arka planını aktaralım.
  • Bugünkü ekonomik ve sosyal durumu nedir?
  • Burada Türk iş adamlarına hangi yatırım imkanlarını gösterebiliriz?

Bunu yapmamızın temel nedeni Afrika’ya gidip Afrika’yı kalkındırmaktır. Türk iş adamlarına iş bulmak değildir. Biz Batılı gibi bakmıyoruz. Geçenlerde Cumhurbaşkanımız da söyledi bunu. Somali resmen dünyadan izole edilmiş, terk edilmiş bir bölgeydi. Biz orada seksen dönümlük arazide büyükelçiliğimizi kurduk, sonra hastaneler kuruldu, sonra okullar kuruldu. Somali kalkınmaya başladı. Burada Türkiye’nin büyük bir kazancı yok. Ekonomik kazancımız yok. Kaybettiğimiz bir ekonomimiz var ama içinde bulunduğumuz medeniyetin insan merkezli olmasının yansımasını görüyoruz orada.

Afganistan’a gittim. Afganistan’ın kuzeyinde bir eyalet var, orada bir Türk hastanesi var. Türk bayrağı ve Afgan bayrağı dalgalanıyor. Başında Hamidullah diye bir Afgan arkadaş var ama Konya’da okumuş. Konya’da hastanede çalışırken fark etmişler kendisini ve hastaneyi ona kurdurtmuşlar. İnsanlara çok cüzzi bir ücretle tedavi yapıyorlar. Herhangi maddi karşılık da beklemiyorsun. İngiltere eski dış işleri bakanı bir itirafta bulunmuştu, “Dünyadaki üç temel meselede bizim yanlış İngiltere politikalarımı vardır. Keşmir meselesi, Kıbrıs meselesi, Kerkük meselesi” Davutoğlu bunla bağlantılı olarak şunu demişti, “Dünya’nın son iki yüz yılında karar alma mercilerinde bizim olmamamız dünyaya büyük şeyler kaybettirdi.” Çünkü Batı aklı seni korumak için çaba sarf etmez. Onlar kendi ulusal çıkarına bakar. Seni kendisine hayran bırakır, hayran bırakmak için de bir takım taktikler yapar. Sen de adı konmamış bir köle olursun. Batılı gibi düşünmeye başlarsın. Oysa bizde öyle değil. Osmanlı’ya da baktığınızda medeniyet kökenimizde insan vardır. Bunu gururla söylüyorum. Bundan dolayı haberciliğimizde de merkeze insanı koyuyoruz.

İnsan merkezli bir ajans: Anadolu Ajansı

Son üç yıldır Anadolu Ajansı’nda insan hikayeleri yapıyoruz. “Beykozlu Mozart” diye bir çocuğun haberini yaptık. Çocukta Mozart kulağı var, otistik bir çocuk. Hocalar bunu fark ediyorlar ama çocuğun konservatuara gitme imkanı yok. Fakat piyanoyu da konuşturuyor resmen. Cem Yılmaz’da bunun üzerine bir twit attı, “ben buna sahip çıkacağım” dedi. O iş büyüdü ve o çocuk şu an konservatuarda okuyor. Bir şey kazandırdık. O insanı oradan aldık.

Bir haberle dünyayı değiştiriyoruz. “Gözyaşı” diye bir haber vardı. Bir kız çocuğu, ismi de Gözyaşı. Bu çocuğun babası bombalı saldırıda bacaklarını kaybediyor ve gözlerini kaybediyor. Bu kızın fotoğrafını yayınladık.  Kız babasına sarılmış, babasının gözleri kapalı. Çocuk diyor ki, “Dünyada bir tek isteğim var, babamın beni görmesi.” Biz bunun üzerine bir haber yaptık. Bunun üzerine Türkiye’de herkes ayağı kalktı ve gözü açıldı. Ölsem gözüm arkada kalmayacağı bir iş. Çocuklarıma anlatacağım bir hikaye. Ajansta beni en mutlu eden haber buydu. O çocuğun dileği yerine gelmiş oldu. Şimdi onların güzel bir hayatları var.

Zeytin Dalı Harekatı başladığında Anadolu Ajansı olarak bir şey yaptık. PKK’nın şehir savaşları dediği süreçte edindiğimiz tecrübeyle, “Bunlar yalan yanlış fotoğraflarla müthiş furya estirecekler dünyada” dedim. Buna karşı bir ekip kurduk. Bizim işimiz değil normalde, biz ajansız. Çok rahatsız olduğum için bu duruma karşı ajansta mini bir ekip oluşturduk. “Bunların yayınlamış olduğu yalan fotoğrafları tespit edip gerçeğiyle yayınlayacağız” diyerek ekibimizi oluşturduk.  Her gün beş-altı tane yalan fotoğraf çıkıyordu. Bir tane fotoğraf yayınlıyor ve yazıyor ki, “Türk askeri şunu öldürdü.” Biz o fotoğrafın doğrusuna bakıyoruz, o fotoğraf Suriye’de çıkıyor. Siz ne kadar meseleye insan merkezli yaklaşın bu tür şeylerle karşılaşıyorsunuz. Bize gelen ihlal varsa biz onu yayınlamak zorundayız ama bize gelmemişti öyle bir şey. Kendi kaynaklarımızdan öyle bir şey gelseydi gizlemezdik, gerçekten onu yaptığını bilmemiz lazım. Çünkü karşıdaki o kadar ahlaksız ve gerçeği yalanla o kadar buruşturmuş ki fark edemiyorsun kimin doğru kimin yalan söylediğini.

Coğrafya kaderdir

Bizim habere bakış açımızla bir batılının habere bakış açısı arasında farklar var. Her ülkenin koşulları farklıdır. Batılı gazeteci bana şöyleydi veya böyleydi deme hakkında sahip değil. Coğrafya kaderdir. Biz öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki dört tarafımız karmaşa içerisinde. Kuzeye bakıyoruz, Kırım sıkıntılı. Azerbaycan ve Ermenistan’da karşılıklı çatışmalar var. Aşağı geliyoruz, Irak var. Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki içerisinde DEAŞ’de var, PKK’da var, farklı farklı terör örgütleri de var, her şey var bölgede. Filistin meselesi var. Orada da devlet terörü uygulanıyor. Gazze’den neredeyse her hafta şehit çıkıyor. Bir tane batı medyasında bunu gerçekten gören haber var mı? Gazze meselesini büyüten var mı? İsrail’e dokunabilirler mi? Hangi medya İsrail’e dokunabilir?

Gezi olayları, 17-25 Aralık ile devam eden, bir sürü hadise, darbe girişimi, yanı başımızda insanların öldürüldüğü ortam… Müthiş bir atmosferde yaşıyoruz. Bazen içerisinde olduğumuzdan fark etmiyoruz ama üç adım geri çekilin ve bakın. Enteresan bir yerde yaşıyoruz. Böyle bir yerde buna rağmen insan merkezli yaklaşımımızı kaybetmiyoruz.