Yazarlar

Ravza’na yüzler sürelim, elsiz, ayaksız gidelim, vedasız gitmeyelim…

Düşmana kök söktüren Kuşçubaşı Eşref’in destansı hayatını bir başyapıtta görebilecek miyiz? Üstelik kendi kaleminden ‘Hayber’de Türk Cengi’ isimli eser, Cemal Kutay’ın birinci elden anlatılan hikayeleri derlediği ‘Lawrence'a Karşı Kusçubaşı’ kitabı gibi son derece gerçek bir kaynak varken…

Bir filmin tarihi, bir tarihin filmi

10 Aralık 1962 yılında Leicester Meydanı Odeon adlı sinema salonunda David Lean’ın göz kamaştırıcı filmi Arabistanlı Lawrence’ın dünya prömiyeri için, ciddi bir izleyici kitlesi toplanmıştı. Başta bugün de hala kraliçe olan 2. Elizabeth olmak üzere toplanan izleyici kitlesi ortalama bir futbol maçından daha kalabalıktı.

Bu kalabalığın toplanmasında iki ismin katkısı büyüktü. Birincisi eserleri arasında Büyük Umutlar (1946) gibi bir başyapıta imza atmış ve daha birkaç sene önce Kwai Köprüsü(1957) filmiyle başta Oscar olmak üzere sinema dünyasında popülerliği zirvede olan David Lean’di. İkincisi belki de, en önemlisi ise efsane İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence idi.

Bir cümleden bir İngiliz, hele de bir İngiliz ajanı geçiyorsa, orada biraz duraksamak gerekir evet. Hele de, sadece Ortadoğu’da değil, yeryüzünün nerdeyse her yerinde adeta politik bir metal fırtına iklimi varken…

Yazının rüzgarı, her okuru, bu metal fırtınanın neresine götürecek bilemiyorum lakin, coğrafyamızın ve tarihimizin içinden geçen onlarca  “filmin” içinde mutlaka bir İngiliz’in ve tastamam siyasal altyapısı ile İngiltere’nin olduğu hepimizin malumudur.

Thomas Edward Lawrence

Lawrance: Hakikate karışan hurafe

Tam da buradan devam edebiliriz.
Lawrence’ın en “aktif” olduğu yıllar. 1916-1918.
“Arap Ayaklanması”, Sina ve Filistin Cephesi gibi olaylarda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine karşı üstlendiği rol ile ün kazanmış ve aynı sebeple “bir film gibi” hayatıyla poplaştırılan bir karakter; “Arabistanlı Lawrence”, Thomas Edward Lawrence.

İlk tayin yeri olan Kahire’de İngiliz Askeri Haber alma servisi için çalışır Lawrance. Araplarla olan sıcak ilişkileri, İngiliz ve Arap kuvvetleri arasındaki irtibat subaylığı görevi için biçilmiş kaftan kılıyordu onu. Biraz da bu sebeple Ekim 1916’da Arap milli faaliyetlerini rapor etmesi için çöle gönderildi.

Emir Faysal komutasındaki düzensiz birliklerle birlikte Osmanlı ordusuna karşı gerilla mücadelesi verdi. Bu bildiğimiz anlamıyla terör örgütlerinin kullandığı bir yöntemdi aslında. Böylesi bir durumda, Lawrence Arapları, Medine’deki Osmanlı muhafız birliklerini şehirden çıkarmamaları konusunda ikna etti. Böylece Araplar, şehre malzeme getiren Hicaz demiryoluna yaptıkları saldırılara ağırlık verebildiler. Şehri savunmakla meşgul olan Osmanlı askerlerini diğer yandan da demiryolunu tamir etmek zorunda bırakmak suretiyle oyaladılar.

Tarih unutmaz, coğrafya unutturmaz

1962’de gösterilen David Lean imzalı, “Arabistanlı Lawrence” filminde, 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlının Arap coğrafyasındaki kaybettiği savaşların, zarar verici baskınların, Osmanlı’yı zora sokan İngiliz hamlelerinin Arapların eliyle nasıl gerçekleştirildiğinin ana hatlarıyla resmini görmek mümkün. Akabe baskınından, Şam’ın işgaline, Hicaz demiryolunun yağmalanmasından Megiddo savaşına kadar, film bizi o korkunç muhataralı günlerde ağır bir yolculuğa çıkartıyor evet, fakat filmde olmayan, ÖYLE ŞEYLER var ki, coğrafyanın da tarihin de bu “unutkanlığı” görmemesi mümkün değil.

Birlikte “bakalım” isterseniz.

Örneğin, İngilizlerin hiç unutamadığı, tarihlerinin en ağır yenilgisi olan ve aynı coğrafyada cereyan eden Kut’ül Amare yok.

Yaklaşık 40.000 İngilizi ve müttefiki olan askerleri etkisiz hale getiren ve herbirini adeta felç eden Kut’ül Amare, filmde, HER NEDENSE, yok…

İddia odur ki harekâtı yöneten Halil Paşa’ya 2 milyon sterlin teklif ederek harekâtı sonlandırmaya çalışan Lawrence’ın hayat hikayesinde bu destan yazılmamış, görülmemiş, görmezden gelinmiş. Bölgenin tarihini, yani “filmin akışını” baştan başa değiştirecek bu “düşük karakterli teklife” karşılık, bu “yüksek ve soylu cevap”, böylesi bir filmde YOK.

Halil Paşa ve Kut’ül Amare Subayları

Filmde göremediğimiz bir başka şey ise, çok daha büyük bir destan aslında. Bir direniş, savunma ve taarruz destanı…

Bu destanın adı Medine Müdafaası’dır. Ve yine, her nedense o da film de yoktur.

Demir yolunu baskınlarla işlemez hale getiren ve yönetim merkezinden oldukça uzak konumda bulunan Medine’deki Osmanlı garnizonu Fahrettin Paşa’nın kahramanlık destanıdır sözkonusu olan. Fahrettin Paşa ki, 3000 askerle 80.000 İngiliz ve Arap askere ekmeksiz ve silahsız olduğu halde Medine’yi teslim
etmemiştir.

Medine Komutanı Fahrettin Paşa

Hatta Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanır ve antlaşma hükümlerine göre Osmanlı Orduları terhis edilmeye başlanmıştır. Antlaşma haberi Medine’ye de gönderilir ve Fahrettin Paşa’ya ordusuyla birlikte en yakın İngiliz birliğine teslim olması emredilir. Ancak Fahrettin Paşa, “emri” yerine getirmez ve direnmeye devam etme kararı alır.  Yinelenen emirlere rağmen garnizon antlaşmadan sonraki 3 ay boyunca direnir. Bunun üzerine Padişah VI. Mehmet’in bizzat ricası sonucu Fahrettin Paşa 10 Ocak 1919’da Medine’yi “teslim etmek” zorunda bırakılır.

Lawrence, hatta bütün İngiliz ve Arapları dize getiren Fahrettin Paşa gibi BÜYÜK BİR KARAKTER de filmde yoktur.


Ravza’na yüzler sürelim, elsiz, ayaksız gidelim, vedasız gitmeyelim…

Filmde, bütün bunlar yerine, trajikomik karakterler ve topyekûn Türkleri cani olarak göstermek gibi refleksler var. Aynı dönemde “Arap isyanlarına” sırt çeviren Arap halkı da hiç yoktur mesela filmde. Savaşın bitiminde Medine’de bulunan Hilal-i Ahmer gönüllüsü Feridun Kandemir, Osmanlı askerlerinin Medine’den ayrılışını hatıralarında şöyle anlatmaktadır:

Kimi kolsuz, kimi bacaksız kalmış askerlerin, birbirlerine sokulup yardım ederek halsiz, mecalsiz bir durumda, son defa Haremüşşerif’i ziyaretle Ravza’ya yüzlerini sürerek dualar ede ede yaptıkları veda, görülecek şeydi. İngiliz altınları ile beslenerek Türk’e diş biler hale getirilmiş bazı sözde Araplar bile bu manzara karşısında göz yaşlarını tutamamışlardı. Bizimle beraber Medine’de kalıp aylarca süren muhasaranın her türlü sıkıntısını çekerek açlığına bile katlanan yerli Araplarsa tam bir matem havası içinde hüngür hüngür ağlıyorlardı.’’

Bütün bu destansı mücadelenin yaşandığı bu süreçten, filmin galasına dönebiliriz artık.

Ömer Şerif’in gözleri

O gece filmi izleyenler arasında filmin yapımcısı Sam Spiegel da vardır. Sam Spiegel, Polonya asıllı bir Yahudidir. Afrika Kraliçesi, Rıhtımlar Üzerinde ve Kwai Köprüsü gibi parlak bir kariyeri olan Spiegel, sonraki yıllarda tecavüz iddialarıyla saygınlığını yitirmiş olan, Müslümanlara karşı kindar reflekslerini saklayamayan sergileyen biridir Spiegel. Nitekim prömiyerin olduğu gün, gelen konukları karşılarken yaptığı açıklamada Ömer Şerif dışında her şey güzeldir. “Onun prömiyerden uzak durmasını isterim” demiş, diyebilmiştir.

Ve bu açıklamalarla basının ilgisi de Ömer Şerif’e yönelir.

Daha sonra bir dünya starı olacak olan Ömer Şerif ise, her şeyiyle çok ayrı bir karakterdir. Asıl adı, Michel Chalhoub’dir. 1932’de Mısır’ın İskenderiye kentinde, dünyaya gelmiştir. Katolik olarak yetiştirilen Şerif, Müslüman olan Faten Hamama’yla evlenebilmek amacıyla İslam’ı seçer. Sonraki yedi yılda çift, birlikte çok sayıda filmde rol alır. Ancak evlilikleri 1962’de, Şerif Arabistanlı Lawrence filminde “Şerif Ali” rolünü aldığında sona erer. Yönetmen David Lean, Şerif’i oyunculuk yeteneği nedeniyle seçmemiştir; Şerif’i filminde oynamasını etkileyici kahverengi gözleri için istemektedir. Bu şekilde, başroldeki Peter O’Toole’un mavi gözlerine bir zıtlık oluşturabilecektir. Fakat Spiegel, Şerif’e karşı düşmanca tavrıyla İngiliz basınının ilgi odağı yapar.

Ömer Şerif Arabistanlı Lawrence filminde Şerif Ali Rolünde

Filmden sonra Şerif’in artan ünü, evliliğini deyim yerindeyse, yıkmıştır. Eşine sadık kalamayacağına ikna olan Şerif, Faten’e boşanmak istediğini söyler, “Sen hala evlenebilecek kadar gençken boşanalım” teklifinde bulunur ve Şerif ile Hamama 1965’te ayrılırlar. Şerif, Hamama’yı, her konuşmasında “hayatımın aşkı” olarak niteler ve sıklıkla onun, kalbini çalabilen tek kadın olduğunu söylemeden geçemez. Kalbi daima Hamama’dadır hayatı boyunca.

Ömer Şerif ve eşi Faten Hamana

Filmi biraz daha geriye saralım, hatta yeniden gala gecesine dönelim.

Gala gecesi her şey yerli yerinde gözüküyordur fakat bir sorun vardı. İki gece önce filmin 70 mm kopyası yanlışlıkla çizilmişti. Üstelik bu kopya filmin iki kopyasından biriydi. Diğeri ise okyanusun ötesine New York’a gönderilmek üzere Londra Havalimanı’nda (Heathrow) kilit altında korunuyordu. Lean’ın kurgu editörü Anne V. Coates, dünya prömiyerini kurtarmak ve temiz kopyayı almak için havalimanına doğru hızla yola koyulur ve uçak kalkmadan kopyayı almayı başarır.

Gösterim başarıyla gerçekleştirilmiştir. Film, Arabistan’ın kavurucu çöllerinden, soğuk Batı Yakası havasına doğru esen rüzgar gibidir. O güne kadar siyah beyaz televizyon ve gazete fotoğraflarına alışkın olan seyirciler, görüntü yönetmeni Freddie Young’ın 70mm Technicolor görüntüleriyle, Maurice Jarre’nin etkileyici müzikleriyle adeta büyülenmiştir.

Filmi bütün taraflarıyla tartışabiliriz, lakin film aynı zamanda, son derece ikna edici karakter dönüşümü, İngilizlerin girdikleri kirli savaşta ne derece insan kalabildiklerinin sorgulanması gerektiği mesajı, neredeyse savaşın tamamını kapsayan bütüncül hikayesi ile, titizlikle işlenmiş görkemli bir filmdir.

https://www.youtube.com/watch?v=yO-VF9A8D2E

Kayda geç, bazı şeylerin kaydı tutulmaz

Son bir kaç not;
Her ne kadar mühim görülse de birçok tarihçi Lawrence’ın sanıldığı kadar etkili bir ajan olmadığını yazmıştır ve filme de esin kaynağı olan “Bilgeliğin Yedi Sütunu” isimli kitabın  abartılı olduğu ve gerçeklerle örtüşmediği iddia edilir. Hatta Almanların hazırladığı 1. Dünya Savaşı Ansiklopedisi’nde de kendisine hiç yer verilmemiştir.

Son söz şudur.

Düşmana kök söktüren Kuşçubaşı Eşref’in destansı hayatını bir başyapıtta görebilecek miyiz?

Üstelik kendi kaleminden ‘Hayber’de Türk Cengi’ isimli eser, Cemal Kutay’ın birinci elden anlatılan hikayeleri derlediği ‘Lawrence’a Karşı Kusçubaşı’ kitabı gibi son derece gerçek bir kaynak varken…

Hayber’deki Türk Cenkleri, Türkiye’nin bütün sınırlarında devam etmiyor mudur?

Kaynaklar;

  • BFI Film Forever, Watching Lawrence of Arabia for the first time: the story of the world premiere
  • Wikipedia, Medine Müdafası,
  • Radikal Gazetesi, Kültür Haberleri, Ömer Şerif Hayatını Kaybetti.
  • Wikipedia, Kutul Amare
  • Wikipedia, Arap Ayaklanması
  • Kevin Brownlow, Beyond the Epic
  • Gene D. Philips The Life and Films of David Lean,
  • Adrian Turner, The Making of David Lean’s Lawrence of Arabia.

Zahid Kaşgar

4 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

Ümit Sönmez için bir cevap yazın Cevabı iptal et

  • Yüreğine, kalemine sağlık kardeşim. İşte bunlar için bize genç, yeni sinemacılar lazım.

  • Sizler yazdıkça, sizler sinemaya taşıdıkça bizler millet olarak gerçek tarihimizi ve kahramanlarımızı öğreneceğiz. Emeğinize sağlık..

  • Tarafsız belge niteliği taşıyan çok etkili bir yazı. Anlatı olarak yapılmış yazıda tarafsızlık dikkat çekerken yazdığı dizgi ile derdini anlatmak ancak bu kadar başarılı olabilir.